28 ŞUBAT YAKLAŞIRKEN HUKUÇULARIN ÜZERİNE DÜŞEN GÖREVLER

 

28 şubat zihniyeti

28 Şubat darbesinin bir yıl dönümü daha yaklaşırken  klasik darbecileri lanetliyoruz , demokrasiyi savunuyoruz gibi klişe sözler ve efendim şu oldu bu oldu gibi döneme ait mağduriyetleri sıralamak ancak , basın , yayın  ve siyasilerin sosyal medya hesaplarına konu olabilir.

Hukukçular açısından ise 28 şubat yaklaşırken ve geçmişte yapmamız gereken bir çok çalışma ve farkındalık  gerekirken bu görevlerimizi genelde ihmal ettik.

28 Şubat darbesi , askeriye içerisinde bir grubun ülkenin sivil kurumlarına baskı yapmak suretiyle ve kiminin de gönüllü işbirliği ile milletimize topyekun baskı kurması ve halkın seçme ve seçilme yoluyla kullandığı iradesini gerektiğinde uzaklaştırmak  gerektiğinde etkisizleştirmek üzerine bir rejim tasavvurudur.

28 şubat tek defaya mahsus bir darbe değil devam edegelmesi düşüncesiyle tasarlanmıştır. Halk başta dini inanç ve ibadetleri olmak üzere büyük bir baskı altına alınmış tüm ülkede kamu ve sivil kurum ve kişi eliyle bir dizayn ve baskı politikası kurulmuş , insanlar sindirilmiş ve en ufak eleştiri getirenler cezalandırılmıştır.

Aynı şeyi tekrar etmek olacak ama 28 şubat davası bir grup askeri yargılamış fakat herhangi bir sivil yargılama yapılmadığı gibi başta bu baskının oluşmasında en büyük payı olan medya organları bu işten paçayı sıyırmışlar ve çoğu bilindik isim bugün hala hak , hukuk , demokrasi dersi vermektedir.

28 Şubat’ta yaşananlar nedeniyle kimse ne devletine ne kurumlarına düşmanlık içerisinde olamaz bu baskıyı kimlerin yaptığı kimlerin göz yumduğu hangi dış mahfillerde tasarlandığı ve ülkemizi nereye götürdüğü de ayan beyan ortadadır o günden bugüne bu darbenin etkilerini bitirmek için uğraşan başta Sayın Cumhurbaşkanımıza çok teşekkür etmek gerekiyor bir çok insanın aksine en büyük ferasetle mücadele eden kişinin kendisi olduğunu düşünüyorum zira 28 Şubat darbesi anlayışı en ufak bir dirençsizliği istismar edecek anlayışa sahiptir ayrıca bu mücadele bir anda olmayıp tedrici şekilde gerçekleşebilmektedir bu konuda da azim ve sabır içinde olmak ve süreci yönetebilmek bir başarıdır.

28 Şubat yaklaşırken hukukçuların üzerine düşen görevler vardır ve nelerdir ?

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi bugün klasik manada bir başkanlık ve parlamenter sistem tartışması ile izah edilemez. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi bugün artık 28 Şubatvari baskı gruplarının ülkede seçilmişlerin iradesine müdahale edeceği ortamı ortadan kaldırmıştır. Nasıl kaldırmıştır ? artık cumhurbaşkanlığı makamı partilerin güç mücadelesinin ve vesayet kurumlarının oyuncağı olacak bir makam olmaktan çıkmış bağımsızlaşmıştır ve bizatihi milletin doğrudan seçimi ile olmaktadır. Efendim bu sistemle de cumhurbaşkanı olarak 28 şubat zihniyetinde biri seçildiğinde ne olacaktır ? Seçilemez çünkü kimse halka baskı yapacağı vaadiyle seçilemez ve gizleyip seçildiği takdirde de eninde sonunda o makamdan yine milletin iradesi ile gidecektir. Hukukçular olarak cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin bu yönünü millete anlatamadık.

Çoklu baro sistemi , bu nedense muhafazakar avukatlar tarafından da tenkide uğramış olsa da 28 Şubat döneminin baro ve barolar birliğinin , mağdur insanları veya savunmayı mı desteklediği yoksa yasakçı ve baskıcı uygulamaları mı desteklediği göz önüne alınırsa , böyle bir yasanın varlığı hak ve özgürlük temelli bakıldığında , hak ve özgürlüklerden yana avukatlar için her zaman ayrı bir teşkilatlanma kurulabileceği düşüncesini ve uygulamasını gösterdiği için 28 Şubat dönemi hukuksuzlukları karşısında savunulacak bir düzenlemedir fakat bu yönünü de topluma anlatmaktan çekindik.

Hukuk fakültelerinde ders müfredatının değişmesini sağlayamadık. Bugün 1990’lar ile 2022 Türkiyesi Hukuk fakültelerinde ne gibi ders müfredatı farkı vardır bazı ihtisas dallarını müstakil ders yapmak , spor hukuku , sigorta hukuku gibi hiçbir anlam ifade etmez. Hukuk fakültelerinde hukuk tarihi dersi var bu malum biraz İslam biraz Osmanlı uygulamalarından bahseden bir ders bu tamamıyla bir tarih dersidir oysa cumhuriyetin başından itibaren yaşanan hukuki değişimler , hukuk uygulamaları , darbeler tarihini hangi ders anlatmaktadır. Hangi kitapta Yassıada Mahkemesi’nin detaylı izahatı yapılmaktadır bu sadece siyasetin mi konusudur , hukukçuların hiç derdi değil midir ? Bir hukuk fakültesi öğrencisi “ sizi buraya tıkan irade böyle istiyor “ sözünü okuyacağı , duyacağı bir dersi neden almaz. 28 Şubat’ta yüksek yargı mensuplarının habire bir grup askerden brifing alması hangi hukuk usulünde vardır. Hukuk ve Ahlak , Hukuk ve Laiklik , İnsan Hakları dersleri var mıdır ? Siyasi Haklar diye bir ders var mıdır , Anayasa ve Kamu Hukuku derslerine sıkıştırılmış bir konudur. Bu konuda sadece muhafazakar değerler açısından değil hukuk anlamında dezavantajlı tüm gruplar ve konular bu derslerin konusu olabilir.Bir hukukçu ancak böyle siyasi iradenin engellenmesine , darbelere karşı olur aksi halde sinmek suretiyle bekler , pozisyon alır. Böyle hukukçu ahlakı olmaz.Bugün değil 28 Şubat darbesi 15 Temmuz askeri darbe girişiminden sonra barolar nasıl bir eğitim müfredatı oluşturdu ? Varsa görmek isterim.

28 şubat darbesi yaklaşırken hukukçular ülkemizde problemli mevzuatların değişmesi konusunda öncü olamadılar. Siyasiler tarafından epey bir yasal düzenleme ayıklandı ise de başta Anayasa olmak üzere gerekli hukuki düzenlemeler yapılmadı veya hukuki düzenlemeler kaldırılmadı.Bunun başta gelen tezahürü hala basın yayın yoluyla dini ayrımcılık ve dini tahkir hadiseleridir.Bu konuda daha öncede bir yazı yazdım TCK’da ki madde düzenlenmelidir.En önemli konu ise Anayasamızın tümüyle değişmesidir. İnançlara ve değerlerimize saygılı , ülkemizi tam bağımsız ve güçlü hale getirecek , her görüşten insanımızın hak ve hürriyetini koruyacak bir anayasa tasavvurunu topluma hukukçular anlatmıyorlar , çalışmıyorlar. Türkiye’nin son iki anayasası iki darbe döneminden sonra yapılmış anayasalardır.

28 Şubat demek bir yerde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve dinin toplum nezdinde konumu üzerinden de konuşulmalıdır.Diyanet İşleri Başkanlığı da her dönemde darbecilerin baskısına maruz kalan kurumların başında gelir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yönlendirmelerden kurtulabilmesi daha kuvvetli bir teşkilat olması , bağımsız bir kurum kültürünün gelişmesi konusunda da mesafe kaydedilmelidir.Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Anayasa’da belirtilen bir garabet olan laiklik ilkesi doğrultusunda bir çalışması veya laikliği yorumlaması gibi bir vazifesi olamaz.Anayasa’da yer alan laiklik ilkesi siyasi bir ilkedir , devletin niteliğine dairdir hiçbir kamu kurumuna Anayasa’da bu ilke doğrultusunda atıf yapılmazken DİB’in özellikle seçilmesi ve bu yönde d,n ve inançların uygulanması noktasında  baskıya maruz kalması anlaşılabilir değildir.

Toplumuzun dindar olup olmadığı , dini vecibelerini yerine getirip getirmediği gibi hususular devletin ilgisini oluşturmamalıdır.Maalesef din ve dindarlık üzerinden iki grup kendilerine istismar alanı bulmaktadır.Bunların ilki , din adına halkı korkutan kesimdir. Dini vecibelerini yerine getiren kişilere karşı ayrımcılığa karşı hukukçular mutlaka mağdurlardan taraf olmalıdırlar. Bir diğer husus ise dini yapı görünümünde illegal oluşumlardır. Bu oluşumlar esasında ülkede dini baskının olmasını istemektedirler çünkü ancak böyle yaşam alanı bulabilmektedirler. Devamlı suretle kendilerinin de baskıya uğradığı yönünde abartılı söylemlerde bulunmaktadırlar. Hukukçular bilhassa bu tarz oluşumların hak ve adalet gibi bir takım ajitasyon içeren sömürü mekanizmalarına asla itibar etmemeli ve toplumu uyarmalıdır.  28 Şubat’tan 15 Temmuz’a ve 15 temmuz’dan bu güne bu tarz örgütlerin nasıl bir politika ve birbirleri arasında bağ olduğuna dair gelişmeler kamuoyunun takdirindedir.

28 Şubat’ın arada bir fotoğraflı , gazete manşetli sergileri olur arada belgeselleri de çekilmiştir ama pek ondan ötesi olmamıştır , 28 Şubat müzede sergilenecek bir darbe süreci de değildir , 28 Şubat haksızlık ve hukuksuzlukları ciddi bir arşiv araştırması neticesinde detaylı şekilde ortaya çıkarılmalı ve yazılı hale getirilmelidir.Bu konuda da başta en büyük haksızlıkların olduğu yargı kararları ciddi bir tasniften geçirilmelidir. Bu hususu da ancak hukukçular yapabilirler. 28 Şubat yazılı kaynaklarla en az incelenmiş darbe süreçlerinden biridir. Bu konuda yayın üretilmesi başta devlet tarafından desteklenmelidir , üniversitelerimizin sosyal bölümlerinde yer alan onca öğretim üyesi herhalde çok daha önemli ! konular buluyorlar ki pek bu konularda kitap , doktora , tez göremiyoruz en baştada hukuk fakülteleri maalesef.Oysa neler neler var.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı uhdesinde darbe dönemleri ile ilgili bir birim bulunmalıdır.Bu birim 1960 askeri darbesi , 71 muhtırası ,80 darbesi , 28 Şubat darbesi ,15 temmuz darbe girişimi ve benzer hadiselere ilişkin her türlü şikayet , bilgi verme , mağduriyet iddiası ,  inceleme ve arşivi elinde bulundurma yetkisine sahip olmalı ve senede bir kere TBMM’ye rapor halinde gelişmeleri sunmalıdır. Gerekirse başkanlık bu konuda gerekli gördüğü takdirde re’sen suç duyurusunda da bulunmalıdır.TBMM tarafından da artık darbecilerle her dönem titizlikle mücadelenin  sahiplenildiği , hesaplaşıldığı  , takip edildiği kamuoyuna bildirilmelidir.Maalesef modern darbeler çağı diyebileceğimiz Sultan Abdülaziz’in bir cunta tarafından ha’l edilip şüpheli bir şekilde ölmesinin ardından yaşadığımız darbe süreçleri , başbakan asmaya kadar varan korkunç hadiseler derken milletimiz bu darbelerden çok çekmiştir. Darbelerin uluslar arası bağlantıları da kesinlikle vardır ve ülkemize karşı düşmanca bir saldırı ile darbeler neredeyse aynı niteliktedir. Bu darbeler tarihimiz ve uluslar arası kıskaçlar içinde milli bir duruşa sahip , bağımsız hukukçular tarafından bu mücadele yürütülmelidir. Bir hukukçu , darbeler , darbe mağduriyetleri , ağır insan hak ve hürriyet ihlallerini politik bir mesele olarak görüp görüş belirtmekten çekinemez.darbeleri ideolojik olarak ayıramayız , her hukukçu kendi mahallesinin görüşünü savunamaz.

Maalesef ülkemizde bugün toplum nezdinde darbe olup olmadığı en fazla tartışılan darbe 28 Şubat’tır.28 Şubat ceza davası siyasi bir dava olarak kamuoyuna sunulmak istenmektedir. 28 Şubat döneminde laik Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı irticai eylemler olduğu gerekçesiyle yapılan bu darbeyi müdahale anlamında meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Bu irticai eylemlerin ne olduğu hususu ise son derece muğlak ve bazı medya organlarının büyüttüğü sansasyonel hareketlerden başkası değildir. Örnek olarak söylüyorum koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni Almanya’da yaşayıp stadyumda abuk subuk gösteriler yaptırtan bağlantıları şüpheli bir kişinin yıkabileceği şeklinde topluma korku pompalanmıştır. Hukukçular 28 Şubat’ın darbe olduğu , darbeye götüren sürecinde bir tertip olduğunu kamuoyuna devamlı izah etme ve araştırma mecburiyetleri vardır.

28 Şubat hakikaten ağır bir darbe olduğundan aslında bu kadar altından kalkılması zor bir darbedir o nedenle belki yavaş ilerler ama bu darbeye karşı en yüksek bilinç düzeyinin hukukçularda olması gerektiğine inanıyorum. Bu darbeyle hesaplaşma mücadelemiz tavizsiz ve aldatılmadan uzak şekilde devam etmelidir. 18.02.2022

Mehmet Emin Başalp

İHL Tarihinde Konyalı Bir Avukat

 

IMG_20220202_220825 IMG_20220202_220807 IMG_20220202_220802


İHL Tarihinde Konyalı Bir Avukat

 

Ahmet Çelik Bey Konya kültürüne sessiz sedasız büyük hizmetlerde bulunuyor , Allah razı olsun , Konya Büyükşehir Belediyesi yayınlarından çıkan Konya İmam Hatip Okulu 1951-1971 adlı kitabını zevkle okudum.Kitapta ilgimi çeken bir kısım oldu yazı haline getirmek istedim.

 

Konya İmam Hatip Okulu malum ülkemizde İstanbul İmam Hatip Okulundan sonra kurulan ilk yedi okuldan biri ve kitabın önsözünde belirtildiği üzere bu yıllara ( 1951-1971 ) Hacıveyiszade Mustafa Efendi yılları demekte pek tabii mümkün. Hacıveyiszade Mustafa Efendi gibi önemli bir İslam aliminin maddi , manevi destek ve himayelerinde kurulan bir okul , aynı zamanda ders verdiği , öğrencilere İslam ve ilim ruhu aşıladığı bir dönem.Bu mücadelenin önemini biz bugünden ölçemeyiz yahu epi topu belli sayıda Anadolu’nun bu kavruk çocuklarına ( 250 öğrencinin 152’si köylüdür ) içinde din derslerinin olduğu bir okul nedir ki ? denilebilir. Oysa dönem şartlarında bu bir devrimdir , yaşlı bir müderrisin umudu ve duası , halkın sevincidir. Bugün artık bu aşı tutmuş , bu okullar ülkemize nice hayırlı nesiller yetiştirmiştir.

 

Okul 29 Ekim 1951’de açılmıştır.Okulun ilk müdürü ilginçtir , öğrenci adayı Ömer Ali Güneşer’i okula kaydettirmek için Milli Eğitim Müdürlüğü’ne giden Avukat Ali Rıza Uğurlu’ya okulun müdürü olması teklif edilir. Mehmet Ali Uz ve Serdar Ceylan’ın da bazı yazılarında görüldüğü üzere Konya Barosu idare meclisinde de görev yapan baro başkan vekilliği yapan bir serbest avukattır oysa.

 

Ali Rıza Uğurlu aylık 200 lira ücretle müdür tayin edilmiştir.Müdür Bey 6 saat olmak üzere meslek derslerinden Kuran-ı Kerim , Arapça , siyer vb derslere girecektir.26 Aralık 1951 de Konya valisi okulu ziyaret ve teftiş etmiş çok memnun kalıp müdür beye teşekkür etmiştir , müdür beyde okul mevcudunun arttığını binanın yetersiz kaldığını söylemiştir.

 

Fakat ilk müdür Av.Ali Rıza Uğurlu mayıs ayı gibi rahatsızlanmış ve 21 Haziran 1952 tarihinde vefat etmiştir. Bu sene itibariyle vefatının 70.yıl dönümü olacaktır. Yeni Meram gazetesinde şehrin çok üzüldüğünü belirten bir haber çıkmış , cenaze namazının Kapu Camiinde kılınıp Musalla Mezarlığına defnedildiği bildirilmiştir.Ailesinin gazetedeki teşekkür mesajından Keçi Muhsine köyünden olduğu anlaşılıyor.Hakkında Kazım Gürel’in yazdığı yazıda Çanakkale Cephesinde savaştığı sonra Konya’da dava vekilliği yaptığı , son yıllarda avukatlıktan çekildiği ve müdürü olduğu İmam Hatip Okulu için var kuvvetiyle çalıştığı ifade ediliyor.

 

Doğum tarihini bulamadım ama vefat ettiğinde muhtemelen 55 yaş civarı veya daha büyük olabilir ama çok yaşlı olmasa gerek.

 

O tarihlerde Okul Derneğinde olan ve bugün sağ olan Halil İbrahim Sayar’ın yine Konya Büyükşehir Belediyesinden çıkan hatıratında , okulun müdürü hakkında , milli eğitim müdürünün odasına girince işte okul müdürü geldi diye Ali Rıza Bey’e milli eğitim müdürünün ısrarları olduğu ifade ediliyor demekki sevk-i ilahi bu okula bir şekilde ilk müdürlük yapmak nasip olmuş.Yine o hatıratta vefatını öğrenen Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’nin ” 35 yıldır görev yapıyorum çok yazışma gördüm onun kadar ifadesi mükemmel ve düzgün yapan idareci görmedim “dediği naklediliyor.

 

Gerek bu kitap gerek Halil İbrahim Sayar hatıratı , okulun ilk mezunlarından bu kitaplara bir çok bilgiyi veren Mehmet Ali Uz sayesinde olmuştur. Onun ifadesi ile ilk mezunlardan 8 avukat 2 hakim vardır. Yine Mehmet Ali Uz Bey , Konya Barosu avukatlarından Özgen Küçükkoner’le de , mezunların ilahiyat harici bölümlere gidip gidemeyeceği noktasında basında cevabi yazılar yazmışlardır , tabii bu yazılar kitapta mevcut dikkatimi çeken ise fikir farklılıklarının çok zengin bir Türkçe ve nezaketle ifade edilmesi.

 

Velhasıl bu yazıyı niye yazdım , ülkemizin en önemli ve tarihi okullarından olan Konya İmam Hatip Okulu’nun ilk müdürü bir avukat , Konya Barosu mensubu bir avukat , bu önemli bir tarihi kayıt , merhumu yeniden hatırlamak , hayırla yad etmek belki , meslektaşları başta olmak üzere mezarı başında baro veya STK’larca bir anmanın tertip edilebileceği , dua edilebileceğidir.

 

Zor zamanlarda zor işlere talip olmak kıymetlidir , Konya’da imam hatip mücadelesinde bir avukatın bulunmuş olması şahsen bir avukat olarak beni sevindirdi. Avukatların belki ilmi , mesleki çalışmalara çok vakti olmaz ama genelde toplumda sosyal içerikli çalışmalarda hep öncü olurlar.

 

İmam Hatip mücadelesinde katkıları malum başta Celalettin Öktem Hoca , Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri , Başvekil Adnan Menderes , Hacıveyiszade Mustafa Kurucu Hocaefendi , ilk hocalar , okula yardım eden hayırseverler , ilk öğrenciler ve hassaten merhum meslektaşımız okulun ilk müdürü Av.Ali Rıza Uğurlu’ya Allah’tan rahmet diliyorum. 02.02.2022

 

Mehmet Emin Başalp