CUMHURİYETİN YÜZÜNCÜ YILI YAZILARI – 3 CUMHURİYET VE DİN

100 Yıllık cumhuriyet tarihinde din , devlet ve toplum arasında ki ilişkiler hep problemli oldu. Türkiye ikinci yüzyılına bu problemleri ne kadar taşıyacak , ne kadar çözecek , ne kadar dönüşecek belirsiz , belirsiz olmayan bunların kesinlikle yaşanacağı.

Dini çeşitliliği yüksek ve nüfus oranı fazla Osmanlı İmparatorluğu’nun aksine Türkiye Cumhuriyeti , Lozan mübadelesi , Yahudilerin israil’in kurulması ile göçü , çeşitli sebeplerle rum göçü , ermeni nüfusunun kendisini artıracak nüfus potansiyeline sahip olmaması nedeniyle neredeyse tamamı Müslüman nüfustan oluşan bir ülkedir. 1927 nüfus sayımında azınlık nüfusu toplam nüfusun  % 2,4’ü iken bu sayı ( rum , ermeni ve yahudi ) 90 bin civarındadır neredeyse bir büyükşehirde yer alan büyükçe bir mahalle nüfusu kadar gayrimüslim azınlık kalmıştır. Bugün Türkiye’de bir takım yerli ihtidalar , Avrupa’dan gelip sahil kesimine yerleşen kişiler , azınlıklar arasında sayılmayan sayıları az başka bir hristiyan mezhebi olan süryaniler , kaçak hristiyan göçmenler gibi çeşitli gayrimüslim nüfus olabilir ama bu hususta büyük bir nüfus varlığı olmadığından problemler daha azdır.

Bilindik problemler , Fener Patrikahanesi’nin ekümenik ünvanını kullanmasının iç kamuoyunda rahatsızlık oluşturması.Fener Patrikhanesi’nin eğitim kurumu olan Heybeliada Ruhban Okulu’nun kapalı olması nedeniyle ruhani yetiştirememesi.Yahudi nüfusun , siyonizm ve israil politikalarından kaynaklı kaygıları ile ermeni nüfusun , Diaspora Ermenilerinin ve Ermenistan’ın soykırım iddialarından kaynaklı bazı gerginlikler bulunmaktadır.Azınlık vakıfları sorunu çözülmüş , genel itibariyle ibadet sorunları bulunmamaktadır.

Müslüman nüfus konusunda ise devlet herhangi bir mezhep ayrımı ( Klasik mezhepler ayrımı , Sünni , Şii , Hanefi , Caferi , Şafii gibi ) yapmadığından net sayılar bilinmemektedir. Türkiye’de mezhep konusu klasik mezhep ayrımları noktasında değerlendirilecek boyutta olmayıp ülkeye has Alevi toplumunun inanç ve kültür öğelerinden kaynaklı bu mevzu anlaşılır.  Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda muhtemelen Aleviler mezhepten ziyade bir tarikat yapılanması olarak görüldüğünden ve tüm tarikatlarla birlikte yasaklama kapsamına girdiler. Nitekim kullanılan unvan ve mekan adlandırmaları ile de Aleviliği mezhepten ziyade batıni karakterli Anadolu’ya has bir sufi geleneğe dayandırıyordu.Türkiye’de az sayıda Şii/Caferi’de bulunmakta olup zaten onların mezhepleri gereği din adamlarında devlet bağlılığı istenmemektedir. Genelde Şii eğitim kurumları olan ülkelerde eğitim alıp görev yapmaktadırlar.

Ayrıca Anadolu’da Sünni olsun Alevi olsun Türk , Kürt hangi etnik temelden gelirse gelsin yaygın bir tasavvuf kültürü ve tarikat yapılanması vardı. Bu yapılanmalar en ücra köşelerden en entelektüel köşelere kadar çeşitli , usul ,  meşrep ve isimler altında garip bir armoni altında yaşıyorlardı. Cumhuriyetle birlikte bu kurumlar ve faaliyetleri de yasaklandı.

Alevi/Bektaşilik ile Sünni Tarikat mensupları bu yasaklama sürecinde değişik temayüller belirmiştir. Aleviliğin ayrı bir inanç kolu olduğu veya mezhep olduğu , ayrı ibadethanelerinin olduğu vurgusu ve temayülü artarken Sünni Tarikatlarda eski gelenek ve kurumları muhafaza edemediğinden vakıf , dernek gibi oluşumlarla cemaatleşme yani yaygınlaşma temayülü baskın gelmiştir. Türkiye’de ne kadar Alevi , Bektaşi , Tarikat mensubu vb olduğu ise bilinmemektedir. Resmi olarak bir çok kısıtlama olduğundan de facto gelişmeler ile sürmektedir.

Alevi ve Bektaşilerin , Cemevi ibadethanemidir değil midir tartışması uzun yıllardır devam etmektedir. Zaman zaman provake edildiğinde toplumsal bir gerginlik çıkma ihtimali güvenlik endişesi oluşturmaktadır. Alevilerin Osmanlı’dan da gelen devletle yaşanan problemler nedeniyle protest tavırları yumuşamamaktadır. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı adıyla bir kurum kurulmuştur. İlerleyen süreçte Alevi – Bektaşi geleneği ve mensupları nereye evrilecektir bilinmemektedir. Genelde taşra kökenli ve taşra da baskın devam eden kültürün herhalde cumhuriyetin ikinci yüzyılında kentli Alevi kültürü konusunda gelişmeler yaşanabilir.

Sünni Tarikatlar ise resmi anlamda klasik kurumlarını açamamakta , hem seküler görüş hem sufilik karşıtı dini görüş mensuplarınca gericilik ve hurafecilikle suçlanmakta hem de cemaatleşmenin getirdiği problem olarak toplumda şeffaflık sorgulanması yaşanmaktadır. Sünni Tarikatlarda cemaatleşme temayülünün daha da artacağı görülmektedir o nedenle de artık bu tasavvufi cemaatlerin kendi iç düzenlerine ağırlık vereceklerini düşünülebilir.Cemaatleşen tarikatların faaliyetlerinin açık tamamen denetlenebilir düzeyde olması gerekmektedir. Kaçınmacı psikolojiden kurtulmaları gerekmektedir bütün faaliyetlerinin resmi kuruluşlar vasıtasıyla yürütülmesi gerekmektedir. Ayrıca garipsenen söylem ve eylemlerle tasavvufunun da içini boşaltan adımlar attıkları gözükmektedir.

Bu toplumsal yapılardan sonra Türkiye’nin büyük çoğunluğunu oluşturan Müslüman nüfusun kurumlar ve reflekslerine gelirsek gidişat ne yöndedir.Ülkede en büyük İslami kuruluş devlete bağlı olan Diyanet İşleri Başkanlığı’dır.Bütçesi , teşkilatı olan müftülükler vasıtasıyla tüm camii ve Kuran kurslarını yönlendiren Diyanet İşleri Başkanlığı aynı zamanda dini görüş ve uygulamaları ile İslam adına söz söyleyen yetkili kurumdur. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın cumhuriyetin kuruluşunda düşünülen , tahmin edilen boyuttan daha ileri bir kuruma geldiği söylenebilir. Tabii tarihinden itibaren Diyanet İşleri Başkanlığı kanaatimce başarılı çalışmalar ortaya koymuştur fakat siyasi tartışmalarda da adı sıklıkla anılmaktadır.Şahsi düşüncem Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurum olarak daha gelişeceğini ve hizmet kalitesini artıracağını düşünüyorum.Büyük bir kurumdur , çok sayıda eğitimli personeli vardır.Artık ilk yıllarda ki gibi dini şekli dönüştürecek bir kurum değil temel kurum haline geldiği açıktır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ise en zayıf noktası Müslümanlara  yönelik entelektüel ve estetik faaliyetlerde yeterli başarıyı gösterememesidir.

Ülkede din adına en yüksek eğitim kurumları üniversitelerin ilahiyat fakülteleridir.Bir çok üniversitede bu fakülte bulunup akademisyenler çeşitli çalışmalar yapmaktadır.Cumhuriyetin ilk yıllarına göre bu sahada önemli aşamalar kat edilmiştir. Akademisyenlerin akademik dili ve reformist ilahiyatçıların söylemleri zaman zaman  gelenekçiler tarafından tenkide tutulmaktadır. Bazı akademisyenlerin de akademik dünyadan çıkıp toplumda din tartışması çıkarmaları da ayrı bir sorun olarak görülmektedir. Genel itibariyle ilahiyat fakültelerinin de dini gelişmelere ülkemizde büyük katkı sağladığı görülecektir.İalhiyat fakültelerinin temel sorunu Arapça konusunda zayıflık ve İslam dünyası kapsamında tanınan ilim adamı prototipini üretememesidir. Eğitim kalitesinin artmasının ancak Arapça konusunda ilerleme ile sağlanacağını düşünmekteyim.

Diğer eğitim kurumu imam hatip liseleridir.İmam hatip liseleri bir meslek okulu olmasına rağmen bu düzeyde kalmamıştır işin realitesi dini bilgi derslerine ağırlık veren devlet okulu düzeyindedir ve maalesef cumhuriyet tarihinin en  sert siyasi – dini çatışması bu okul üzerinden yürümüştür.İmam Hatip okullarının geleceğini ikinci yüzyılda konuşmak gerekiyor , imam hatip okullarının bunca yıl oluşturduğu müktesabatın mutlaka koruması gerekmektedir. Tabii Türkiye’de özel düzeyde din eğitimi veren ortaokul ve lise kurumu yoktur bu husus muhtemelen ikinci yüzyılın konularından biri olacaktır.

Ülkemizde Osmanlı’dan gelen geleneksel dini eğitim kurumu olan medreseler Tevhid-i Tedrisat Kanunu kapsamında kapatılmış , oradaki eğitimciler ise çeşitli görevlerde bulunarak müderrislik kurumu son bulmuştur. Fakat bu eğitim metodunu sürdürmeye niyetli ilim adamlarının çabası ile Doğu ve Güneydoğu bölgesi ve Karadeniz bölgesinin bazı yerlerinde medrese usulü eğitim devam etmiştir. Son yıllara kadar pek etkin sayıda değilken son yıllarda bu usul yeniden popüler olmuş ve ülkenin her tarafında gerek geleneksel gerek daha modern versiyon ve isimlerle medrese usulü eğitim yaygınlaşmıştır. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında dini tartışmalar buradan yetişen kişiler eliyle yaşanacağını düşünüyorum.İlk defa dini eğitim almış bir sınıf oluşmakta bu sınıf aynı zamanda tepkisel bir sınıf.İlahiyat fakültelerine , diğer ilim adamlarına vesaire çekişmeci bir anlayışla yaklaşıyorlar.Şimdilik siyasi sahada etkinlik gözlemlenmezken ileri ki dönemlerde sanki siyasete de ilgi duyacaklarmış gibi düşünüyorum.Bu sahadan öne çıkmış bazı kişilerin de cemaat lideri gibi hareket etmesi sorunları var.

Cemaatler , cemaat tabiri modern bir tabi olup tarikatlardan farklıdır. Cemaat karizmatik bir dini önder vasıtasıyla yayılan ve mensuplarının da o cemaatin şekillendirdiği bir şekilde dini görüş ve yaşama sahip olduğu bir yapılanma. Türkiye’de cemaat denildiğinde giderik daha karmaşıklaşan bir yapı görülmektedir. Bunun en yaygın bilinen örneği nurculuk ve kollarıdır. Ardından kalabalık mensuba sahip tarikatlarda cemaatleşme temayülüne girdiler. Ardından bir takım ilim adamlarının çeşitli fraksiyonlarda da olsa güçleri nispetinde kitle oluşturma gayretleri görülüyor. Bunlar tasavvuf kökenli olabilir veya tamamen karşı görüşte olabilir , reformist olabilir , radikal selefi olabilir. Bir diğer cemaatleşme görüntüsü dindar yardım kuruluşları oluşumlarıdır.Her ne kadar amaç insani yardım da olsa büyümeyle birlikte cemaat görüntüsü oluşmaktadır.Yine eğitim ve sosyal sahada kurumsallaşmış köklü sivil toplum kuruluşları da cemaat görüntüsü vermektedir. Siyasi liderlerden kaynaklı cemaatler de vardır.Milli Görüş mesela geniş desteği kaybetmesiyle giderek cemaat refleksleri vermeye başlamıştır. Kült cemaatler vardır , bunlar daha az mensuba sahip olmakla birlikte marjinal hareketler ve görüşlerde bulunmaktadırlar. Suça bulaşmış , hatta cemaat görünümlü ajanlık ve ihanet şebekesi bile olmuştur maalesef fetö adlı bir yapılanma darbe teşebbüsünde bulunmuştur. Daha az sayıda ve etkinlikte de olsa dini sahadan uzak fakat ezoterik bilgiyi önemseyen ,  kıyametçi yapılanmalar vardır. Cemaatlerin ve cemaatleşme temayülünün en büyük sorunu rekabetçiliktir , büyüme ve güç isteği , kurumsallaşma çabasına girilmesi , bireyin değil cemaatin veya liderinin önemli hale gelmesi , diğer müslüman gruplardan ayrışma anlayışı , popülerlik düşüncesi , içerikten yoksunluk , parasal ilişkiler , siyasi ilişkiler vesaire çok sayıda yapısal sorunlar barındırmaktadırlar. Modern yaşam ve döneme daha kolay uyum sağlayabilme yetenekleri nedeniyle mensup sayısının artması ve etkilerinin güçlü olması avantajlı noktalarıdır. Cemaatler ikinci yüzyılda da tartışmaların içerisinde olacaktır , yeni cemaatler ve yeni liderler göreceğiz , siyasallaşma artışı olduğu gibi tahminim değişik tepkilere sahip oluşumlar olacaktır. Mesela aşı reddi ile başlayan anlayışa giderek dini renk verilmesi ve modern tıbbı reddedenler , eğitimi reddedenler , siyasal katılımı reddedenler , kapitalist yaşama tepki nedeniyle daha zühd halinde yaşanılmasını söyleyen , kimi içe kapanık kimi daha dışa açılan yeni yeni cemaat anlayışları görecek gibiyiz.

Dini anlayışa etki eden aydın , münevver ,İslam alimi , edebiyatçı , fikir adamı gibi kişilerin ikinci yüzyılda etkisi ne olacaktır. 80 sonrası bu kişilerin daha etkili olduğunu düşünüyorum ama cumhuriyetin ikinci yüzyılında bu tarz kişilerine etkisinin ben düşeceği kanaatindeyim. Çünkü bu etki genelde iç dinamiklerden değil küresel veya dış etkiden ve gelişmelerden kaynaklanıyordu.

Bir diğer iç çatışma noktası da Türkiye’de hali vakti yerinde , eğitimli dini konularda hassas , kentli bir sınıfla , Türkiye sekülerlerinin giderek din karşıtlığının artması ve ateist nüfusun artması ile oluşan yine eğitimli , hali vakti yerinde sınıfın çatışması olacaktır.Burada taşra dindarlığı dediğimiz geniş halk kitleleri ne şekilde refleks verebilecekler ilerleyen süreçte belli olacaktır. Bu iki sınıfın talepleri devleti de zor durumda bırakacaktır çünkü bu iki sınıfı yönetmek ve yönlendirmek daha zordur.

Laiklik ve Siyasal İslam ne olacaktır ? Laikliğin giderek çatışmacı laiklikten uzlaşmacı laikliğe evrildiği bir vakıadır.Siyasal İslamcılığın da giderek daha esnek yapısıyla genişlediği bir vakıadır.Zaten bu ikisi arasındaki ilişki tarafların söylem dozajını etkilemektedir.

Tabii konunun çok detayları var ama kısa yazmak mecburiyetindeyiz.Vakıa şudur ki cumhuriyetin ikinci yüzyılında , dine kuruluşundaki bakış açısı artık değişmiştir.Din daha görünürdür , dindarlar belli haklar elde etmişlerdir. İkinci yüzyıl hakların ve din konusunda kendini taraf hissedenlerin ne kadar uyumu ne kadar çatışması ile geçecektir bu göreceğiz ama mutlaka göreceğiz çünkü çünkü din var olmaya , dindarlar var olmaya , Türkiye var olmaya devam ediyor.28.09.2023

 

Mehmet Emin Başalp

 

CUMHURİYETİN YÜZÜNCÜ YILI YAZLARI – 2 CUMHURİYETİN MARJİNALLERİ

Cumhuriyetin 100.yılı yazılarımıza devam ediyorum , cumhuriyetin marjinalleri konulu yazımda bazı kıstaslara göre isimleri seçtim , ilki cumhuriyet döneminde doğmuş olmaları ( Mehmet Akif Ersoy marjinal bir kişiliktir ama Osmanlı dönemi doğumlu eklemedim ve TBMM’nin açılış tarihini esas aldım )  ve en aykırı kimseler olmaları gerekmektedir.Bu kişileri seçerken aykırılık özelliğini sansasyonellik açısından değerlendirmedim , marjinalin birde benzersiz ve tek kalması lazım bunu izah etmek için örneklendirme yapmam gerekiyor , mesela sanat camiası için bana göre Zeki Müren’in bir marjinalliği yok , efemine bazı hareketler ve abartılı kıyafetler giymiş olması onu marjinal yapmaz , benzerlerinin  biraz daha dikkat çeken bir figürüdür. Siyaset sahnesinde uç sol görüşlere sahip Deniz Gezmiş’tir , Mihri Belli’dir , Behice Boran’dır da marjinal değildir zaten o görüş sahiplerinin birbirine benzer tepkiler ve düşünceler ortaya koyan örneklerinden sadece sivrilenlerdir. Türkiye’de binlerce vatandaşımızın katili bir örgüt kuran A.Öcalan ile dini görünümlü ajanlık örgütü kuran F.Gülene de marjinal denemez , adi birer teröristten öteye gidemezler. Mafya babalarının , kabadayıların , iş adamlarının ilginç hayatlarının olması onları marjinal yapmaz. Bir din adamının uçuk görüşler öne sürmesi onu marjinal değil giderek mizah malzemesine veya nefret objesine döndürebilir. Bir sporcunun marjinal olabilmesi için kırılması zor muazzam yeteneklerinin olması gerekir , her seri katil marjinal olamaz çok çok farklı olması gerekir  gibi.Dünyadan marjinal örnekler verirsem bana göre müzik sektöründe Michael Jackson benzersizliği ile marjinaldir. Usain Bolt başarısıyla marjinal bir sporcudur. Aliya İzzetbegoviç  fikir adamlığı ile marjinal bir devlet adamıdır. Şamil Basayev marjinal bir savaşçıdır.

Bu gibi nedenlerle çeşitli yönlerden değerlendirme yapılabilir.Mesela Türkiye’nin en marjinal cumhurbaşkanı kimdir denilse bana göre Turgut Özal’dır.

Atladığım isimler olabilir en nihayetinde hafıza gücüme göre isimleri belirledim Türkiye Cumhuriyeti tarihinin 7 marjinal erkek kişisi kim olabilir diye.İsimler çeşitli sektörlerden alınmıştır.Hepsi sanatçı , hepsi siyasetçi olamaz , alanlara göre marjinal kişilerde belirlenebilir.

1-Mehmet Ali Ağca

2-Recep Yazıcıoğlu

3-Kamer Genç

4-Kadir Mısıroğlu

5-İbrahim Tatlıses

6-Fethi Gemuhluoğlu

7-Sakıp Sabancı

Mehmet Ali Ağca

Mehmet Ali Ağca’yı listenin ilk sırasına yazdım bana göre cumhuriyet döneminde doğmuş en marjinal kişi kim denilse Ağca derim.

Mehmet Ali Ağca , Hürriyet Gazetesi başayazarı Abdi İpekçi’yi 1979 yılında öldürme hadisesi ile adını duyurmuştur.Malum olduğu üzere Türkiye 70’li yıllardan sonra adına sağ sol çatışması denilen , soğuk savaş ülkelerinin güdümünde bir anarşi ortamına sürüklenmek isteniyordu. Türkiye’de bu yıllarda bir çok uluslar arası problemle ve siyasi istikrar ile de boğuşuyordu.Bunun yanında da ülkede silahlı saldırılar , öğrenci olayları yaşanıyordu. İşte böyle bir ortamda siyasi yahut sansasyonel suikastlar düzenlenmesi kendi içinde marjinal değildir ama  cinayetin faili meçhul kalmaması , cezaevinden firar hadisesi hayli marjinal kalıyor. İpekçi , uç bir gazeteci değil ne bir kesimin aşırı nefretini ne bir kesimin aşırı sevgisini temsil etmiyor. Ağca , Malatyalı fakir bir ailenin çocuğu , kimlerle ne şekilde irtibatı vardı , birileri tarafından mı azmettirildi bilinmiyor , nasıl firar etti vesaire bilinmeyen şeyler. Bu Ağca’yı benzerlerinden ayıran bir marjinallik.

Tabii , Ağca’yı dünyada daha popüler yapan hadise bundan sonra yaşandı , ne şekilde cezaevinden firar edip nasıl gittiği bilinmeyen bir şekilde Vatikan’ın ( Roma’nın ) ünlü Aziz Petrus Meydan’ında Papa 2.Jean Paul’u silahla vurdu. Ruhani bir dini lider olan ve en geniş ve eski Hristiyan mezhebinin liderine suikast düzenleyen bir Türk , marjinaldir. Bu suikast girişiminin dini bir nedene dayanmadığı sanılıyor , siyasi bir saikle mi işlendiği hususu da tespit edilememiştir veya edilse de kamuoyunca bilinmemektedir. Ağca İtalya’da cezaevinde kalmış , sonra Türkiye’ye iade edilmiş , 2010 yılında tahliye edilmiş ve hala yaşamaktadır. Bu döneme ilişkin uzun bir külliyat vardır , detaya girmemiz mümkün değil. Bu suikast Papa tarafından Katoliklikte yeniden bir Hz.Meryem kültü oluşmasına , Hz.Meryem’in Papa’yı kurtardığına bunun da oldukça önem verilen İspanyol köylü çocuklara görünen ve Fatima’nın Sırrı denilen Hz.Meryem’in bildirdiği 3.sırrın Papa’yı öldürme girişimi olduğu söylentileri neredeyse medya yoluyla dünyada meraklı milyarlarca insan tarafından bilinir hale geldi. Ağca bu hikaye de rol üstlenmiş ilginç bir kişilik.

Cinayet işlemenin , sansasyonel cinayet işlemenin , teşebbüs etmenin bir marjinalliği illa ki olabilir ama bana göre Ağca’nınkiler hayli ilginçler.

Recep Yazıcıoğlu

Recep Yazıcıoğlu , Cumhuriyet döneminin bir valisidir. Cumhuriyetin 100. Yılında ne bürokratlar , valiler , komutanlar , hakimler gelip geçmiştir.İçlerinde çok zor hadiselerde görev yapanlar , çok kritik kararlar verenler , sansasyonel davalar açanlar , ihanet edenler vesaire vesaire olabilir ama bunlar onları pek marjinal yapmaz. Klasik bürokrat algısını kıran ve bunu kamuoyuna deklare edebilmiş ve toplum tarafından da sevilmiş nadir bir kişilik olduğu için Recep Yazıcıoğlu , Cumhuriyet bürokrasinin bana göre en marjinal bürokratıdır. Başarılıdır , sportmendir , geniş bakış açısına sahiptir , devletin halkla barışık ve uyumlu hizmet üretmesini , başta özgür olan ,  memleketin kalkınmasını ve bürokratik baskıcı anlayışın karşısında kendini konumlandırıyordu.Yazıcıoğlu devasa tesisler yapmış , bir şeyleri kökten değiştirmiş , bürokraside çok etkin veya etkili olmuş bir kişi değil önemini buradan almıyor , farklı konuşmasından , farklı bakmasından , siyasi denebilecek demeçler verebilmesinden , egodan uzak kendi ile yorumlar yapmasından  alıyor , onu iyi yönde marjinal yapan özelliği de burasıdır.Hiç bir vali bu kadar hatırlanmazken hakkında olumsuz söz söyleyen bulunmazken , ülke çapında hala hatırlanıyor olması onun marjinal özelliğinden gelmektedir.Sistem eleştirisi yapanlar olmuştur bir dönem Sami Selçuk , hukuki görüşlerinden dolayı alkışlanmıştır ama geçici düzeyde kalmıştır , dar bir kesim takip etmiştir.Bir şehre gelen başhekim güzel hizmetler yapmıştır ama başarılı bürokrattır , başarılı hakimdir , başarılı müsteşardır , başarılı elçidir , marjinal değildir , Yazıcıoğlu bana göre marjinaldir.

 

 

Kamer Genç

Bunca siyasi içinde marjinal olarak Kamer Genç’i mi buldun diye bir eleştiri gelebilir. O marjinalse Doğu Perinçek’te marjinaldir denebilir , Besim Tibuk’ta marjinaldir denebilir. Çok icraat yapmış siyasiler var , uzun yıllar kalmış siyasiler var. Nefret edilen siyasiler var , çok sevilen siyasiler var vesaire Kamer Genç niye marjinal ?

Kamer Genç popüler bir siyasetçi olmasına rağmen milletvekilliğini son nokta gören bir siyasetçi , bakan olmak , daha değişik makamlara geçiş sağlama hedefinde bir siyasi değildi.Onun hedefi TBMM’de konuşmaktır.

TBMM Tv’den izleyenler hatırlar kürsü de çok konuşmak , itiraz etmek gibi hedefi olan hatipti.Kürsüye geçtiğinde de genelde tartışmalar sık yaşanırdı. Rahat bir tavırla bazen alakalı , alakasız konuları bir birbirine harmanladığı kendine has üslubuyla konuşmalar yapardı.Fakat konuşmaların içeriğinde bir şekilde Tunceli ve Tunceli’nin bir sorunu olurdu.Sanırım onun kadar memleketinin sorununu mecliste ifade eden biri yoktur diye düşünüyorum. Kendisinin mensup olduğu mezhebi filan gizleme gibi özelliği olmadığı halde pek vurgusunu da yapmıyordu.Zaman zaman açıklamaları haber sitelerinde yer aldığı ve karikatürize olduğu düşünülebilir fakat karikatürize olmuş bir siyasetçi bu kadar uzun süre siyaset yapamaz bana göre. Türkiye’de genel siyasetçiler vardır , parti genel başkanları , yerel siyasetçiler vardır , belediye başkanları , Kamer Genç üçüncü bir tür olan milletvekiliği – il özdeşliği siyaseti yapabilen nadir kişilerin en fazla tanınanı , partili veya partisiz milletvekili seçilebilen bir özellikteydi.Çeşitli partilerde değiştirmiştir.Marjinalliğine bir katkı da uzun süre siyasi magazin denilebilecek mevzularla da adı sıkça geçmiştir.Böyle bir milletvekili örneği de pek yoktur.

Meclis tutanaklarına göre çekimser oy verenler var tek ret oyu veren midir bilemeyeceğim ama  80 Darbesinden sonra Ağca’nın idamına ret oyu vermiş kişilerden biri , diğer idamlara da ret oyu veriyor , Ağca idamına tek ret oyu vermesine  eşinin kim o ret veren salak dediği şeklinde geçen bir hadise de sıkça dillendirilir. Tek kişilik muhalefet denilen tarzı oluşturanlardan biri.

Kamer Genç’i niye marjinal siyasetçi yaptım icraatçı olmadan icraat ve kararlarıyla değil sadece konuşmalarıyla marjinal bir siyasetçi .Meclis dışı siyasetçilerde uçuk konuşanlar olur ama onlar hiç seçilememişlerdir.Kamer genç seçilmiştir. Şevki Yılmaz marjinal değildir benzeri bir siyasetçi gelebilir , Hasan Mezarcı marjinal bir siyasetçi değildir benzeri konuşmalar yapılabilir , 10 kere istifa etmiş milletvekili bulunabilir vs vs. Kamer Genç çok başarılı bir siyasetçi midir ? bazı kriterlere bakılırsa başarılı bazı kriterlere göre başarısızdır.Seçilebilmiş olması başarı , hiç icraatçı yönü olmaması başarısızlıktır.Muhalefeti de çok etkin midir , değildir , değiştirebildiği bir kanaat yoktur ,  muhalefeti yapıcı muhalefet örneği de değildir , aksine tahrik eden , kızdıran bir üslubu da vardır bu da onu marjinal yapanlardan biridir.

Sakıp Sabancı ile de Tv’de meşhur bir vergi veriyorsun , vermiyorsun kavgası vardır.Bir ömür tartışmıştır.

Kadir Mısıroğlu

Kadir Mısıroğlu’da bu ülkede marjinal kişilerin başında gelir onun marjinalliği ise ne görüşlerinden ne kıyafetinden gelir bana göre sezgilerinden gelir. Evet Kadir Mısıroğlu’nun belli şahıslara ve görüşlere karşı ciddi tenkitleri vardır.Kimilerine göre bu tenkitler suçtu , kimilerine göre ayıptı , kimilerine göre komikti vs vs ama Kadir Mısıroğlu , kendi gibi görüş belirtenlerden farklıydı.Kadir Mısıroğlu’nun da hatalı veya eleştirilen görüşleri olabilir ama bu iddia ve çıkarımlarını geniş bir muhakemeden geçirirdi.Sonra bu çıkarımı  Türkçe’yi son derece iyi ve kıvrak şekilde kullanarak anlatırdı. Sesinin yükselmesi , alçalması , vurgusu değme hatiplere taş çıkartır.İkincisi bir olayın görünmez yönünü kavrayabilir. ( Bu konu şöyle istismar edilmemesi lazım sadece Atatürk konusunda konuşmaları yoktur yorumlarımda ilk o anlam çıkmasın ) Türkiye’nin muhafazakar kanadından bir yazardı  ama bu cenahtan yetişmiş kimseye benzemezdi. Muhafazakar camiadan hiçbir tarihçi hiçbir yazar hiçbir din adamı Mısıroğlu’nun oluşturduğu şekilde bir kalıp oluşturamamıştır.Aksine bugün zihni kalıpların çoğunun temelini Mısıroğlu atmıştır. Mısıroğlu için şu da denilebilir kendi bir avukattı , Osmanlı İmparatorluğu bir insan gibi dirilse ve bir insan gibi konuşsa ve beni bir mahkemede yargılayın ama bende bir avukat tutacağım dese tuttuğu avukat Mısıroğlu olur.Osmanlı’yı ne akademisyenler ne meşhur tarihçiler vs hepsi toplansa onun kadar kimse savunamaz.Sultan Vahdettin dirilse mahkemede herhalde onu da kendiden daha iyi savunurdu.Sultan Abdulhamit dirilse sen beni benden daha iyi tanıyorsun diyebilirdi. Mısıroğlu bunları anlatırken , yazarken popüler yazar mantığı ile hareket etmiyor , konuşurken tiyatral hareketlerle anlatmıyordu , evet mübalağa vardı ama adeta görmüşcesine ve tam bilmişcesine bir inanışla anlatıyordu. Mısıroğlu seveni , sevmeyeni olabilir fakat kim ne derse desin samimi bir insandır , sevgisinde de samimidir , nefretinde de samimidir.Alelade bir yayıncı , alelade bir yazar , alelade bir tarihçi olarak görmüyorum.Onun enleri ancak dinlenildiğinde ve okunduğunda keşfedilebilir.Yazdıklarını , söylediklerini kabul etmek zorunda da değilsiniz ama tüm bu   yönüyle yazarlarımız arasında en marjinal koltuğu ona aittir kanaatimce.

İbrahim Tatlıses

Türkiye’de ne sesinin güzelliği , ne uçuk kaçık yaşamı , ne cinsel yönelimleri ne başarısı kim olursa olsun sanat camiasında kimse İbrahim Tatlıses olamaz. En hususunda marjinal kişiyi seçeceksek bu İbrahimTatlıses’tir.Zaten lakabı da İmprator’dur onun en olduğunu herkes kabul ediyor.

En fırtınalı özel hayatsa İbrahim Tatlıses bu konuda da zirvedir.Mağara’da doğduğunu söylemektedir , yoksuldur ha yoksulken ünlü olan tek kişi değildir ama içlerinde en ünlüsüdür.

Mesela ilk eşi hala geleneksel kıyafetleri ile yaşamaktadır.Türkiye’de hangi sanatçının bu kadar değişik yelpazeden eşleri , sevgilileri veya özel yaşamı olmuştur.

İbrahim Tatlıses çok sayıda evlilik yapmış , evliliklerinden hepsinden nev’i şahsına münhasır çocukları vardır.

İbrahim Tatlıses hayatı boyunca değişik cezai soruşturmalara uğramış çok uzun konular buraya sığmaz  , siyasete atılmış  ve ilginci dünyada baş bölgesinden kalaşnikofla vurulduğu halde bu saldırıdan kurtulmuş biridir.Bu kadar hareketli bir yaşamı olan sanatçı yoktur. Sadece kendisinind eğil eski eşlerinin , çocuklarının vs hayatları da hareketlidir.

Sanat camiası içerisinde bu kadar inişli çıkışlı bir ticaret hayatını da bir arada götürmüştür.Birini bırakıp diğerinde devam etmemiştir.Sanatçı , iş adamı beraberliğini oluşturan ilk örneklerdendir.

Sesi , söylediği türküler , şarkılar , çektiği filmler , diziler , show programları ve açıklamaları ile hep gündemde kalmıştır.Hakikaten bir dönem televizyonda yaptığı show programının bir daha çekilme ihtimali yoktur , konuklar , tartışmalar , konuşmalar hepsi bir birinden orjinaldir.

Velhasıl ne Zeki Müren ne Yılmaz Güney ne Kemal Sunal ne şu ne bu sanat camiası içerisinde İbrahim Tatlıses en marjinaldir bana göre kimse yakalayamaz onun bu kadar girift yaşamının benzeri başka olmamıştır , arabesk dünyada anca taklit edilen şarkı ve sahne performansı olmuştur ama hiç biri onun konumuna ve yaşamış olduğu ilginçliklere yaklaşamamıştır bile.

Fethi Gemuhluoğlu

Fethi Gemuhluoğlu , bu kişiler içinde belki kamuoyunda daha az bilinmektedir.Gemuhluoğlu bir yazar değildir , Gemuhluoğlu üst düzey bir bürokrat değildir , siyasetçi değildir , gazeteci değildir fakat hepsiyle ilişkileri olan hepsinin saygı duyduğu bir sırlı kişidir. Şimdi Gemuhluoğlu mutasavvıf bir kişidir , marjinalliğini de oradan almaktadır bana göre cumhuriyet döneminde metafizik özellikleri onun kadar güçlü başka bir sufi , şeyh , derviş örneği hatırlayamıyorum. Tabii şunu ifade edeyim Gemuhluoğlu bir meczup da değil normal bir insan. Gemuhluoğlu çok tesirli bir insan bir cazibesi var tabii bunu onu görmeyen veya yazıyla anlatımlardan anlamak mümkün değil ama tanıyan herkesin etkisi altında kaldığı ve bakışlarının çok tesirli olduğunu ifade etmektedirler. Sadece tanıyanlar değil , tanımayan , ilk defa karşılaştığı kişilerde de aynı tesiri uyandırıyor. Kendisinin sonradan kitaplaştırılan Dostluk Üzerine adı verilen kitapta irticalen yaptığı bir konuşma yer alıyor bu onun ne kadar coşkun bir karaktere sahip olduğunu gösteriyor.Fakat yine onu marjinal yapan husus aşk. Aşk tasavvufunun önemli bir kavramı çoğu edebiyatını yapar ama gerçek Aşık azdır .Gemuhluoğlu hakiki bir aşıktır hele bu dönemlerde gerçek bir Aşık bulmak çok zordu.Allah aşkı , Resullullah aşkı , Ehl-i Beyt aşkı , Allah dostlarına aşk , insalığa aşk Gemuhluoğlu’nda hayli yüksektir. Yetişmesine katkıs ağladığı öğrenciler ve kişilerle Türkiye enteljiyansiyası üzerinde büyük emeği olan Türkiye’de hakiki milliyetçi , ülkesini seven bu toprakların değerlerine sahip donanımlı bir kadronun yetişmesini hedeflemiş , sadece temenni etmemiş , yazmamış , icraata dökmüş bir kişidir.

Oğlundan dinlediğim bir anekdotu da paylaşayım.Bazen sokakta , rastgele bir kişiyi çevirerek Allah demesini , diyince daha gür söyle daha gür söyle şeklinde bir özelliğinin olduğunu anlatmıştı.Allah-u alem yaratıcıdan gaflet duymayın ve Allah’ın adını aşkla haykırın diyordu galiba düşününce insan yaratıcısının adını neden ürkek söylesin ki , aşkla Allah demek lazım , belki onun bir talimini yaptırıyordu.

Sakıp Sabancı

Sakıp Sabancı , nam-ı diğer Sakıp Ağa , Sakıp Sabancı taşra kökenli , köylü ve çiftçi bir ailenin iş dünyasına atılmış , zengin olmuş ne ilk ne tek örneğidir. Türkiye’de belki onun kadar zengin olanı yoktur ama çok sayıda böyle kişi vardır. Evet belki çoğu okumamıştır , çoğu şiveli konuşur vs ama Sakıp Sabancı’yı benzerlerinden ayıran nedir. Onun fenomenliğidir , tanınırlığıdır.

Sakıp Sabancı iş dünyasını , ticaret ve sanayi dışında halk tarafından da duygusal olarak bağ kurulmuş bir kişidir. Kendini , diğer iş adamları gibi siyaset , spor gibi işlerle tanınır hale getirmek yerine daha farklı bir yoldan gitmiş bu yolda tutmuştur.

Sakıp Sabancı’nın yüz ifadeleri ve mimikleri yadırgatıcı değildir kişilerde sempati oluşturur. Sakıp sabancı şiveli konuşur ama bu kendine has konuşmaya atasözleri , hayret ifadeleri ve duygusunu yansıtır. Hala bugün engelli oğlu için araba ürettim ama oğluma araba alamadım videosunu izleyen kişi istemsiz ağlamaya başlar.

Sakıp sabancı iş adamlarının bir çoğuna göre medyatiktir. Halkta genel intibası Sakıp Sabancı’nın doğru sözlü ve dürüst bir insan olduğudur. Sakıp Sabancı’yı halk kendinden addetmiştir.Bu pek diğer iş adamlarında yoktur Sakıp Sabancı’yı marjinal yapan burasıdır.Cenazesine insanların fazla katılımı ancak bu sempatiyle ifade edilebilir.

Sakıp sabancı iş dünyasına yenilik getirmiş bir kişi değildir , olabildiğince klasik bir tacir ve sanayicidir. Marjinalliğini de tarzından alıyor yoksa başarılı bir işadamı , sanayici ve tüccar diye tanıtmıyorum.

Sakıp Sabancı  sol terör örgütlerinde hep hedefinde olmuştur nitekim kendisine karşı planlanan suikast sonucu kardeşi öldürülmüştür.

Sakıp Sabancı’nın el yazması Kur’an nüshaları ve hat koleksiyonu oldukça zengin ve kıymetlidir.Sakıp Sabancı müzesinde sergilenmektedir.

İyi okumalar. 11.09.2023

 

                                                                                                              Mehmet Emin Başalp

CUMHURİYETİN YÜZÜNCÜ YILI YAZILARI -1

Cumhuriyetin 100. yılında çeşitli yönlerden bazı yazılar yazmak istiyorum. İlk yazımın konusu Türkiye’nin 100. yılında yaşadığı en büyük sorun olan nüfus sorununa cumhuriyetin önemli ve ünlü kişileri arasından örnekler vermek suretiyle değineceğim.Bu husus ne olduk değil ne olacağız sorusuna cevap verebilir.

Şimdi 30 Ekim 1923 tarihinde kurulan 1.Cumhuriyet Hükümeti ve üyelerinin ailelerine bakalım Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk , Başbakan İsmet İnönü kabinesinden bugün yaşayan ünlü birileri var mı acaba ?

Sırayla gidelim ;

Mustafa Kemal Atatürk’ün çocuğu bulunmuyordu. En bilinen manevi kızlarından sonuncusu Ülkü Adatepe 2012 yılında bir trafik kazasında vefat etti. Ülkü Adatepe’nin oğlu İş Bankası’na karşı bazı miras davaları için avukat arıyoruz gibi haberlerle gündeme geldi velhasıl Türkiye’nin iş , siyaset , bilim , sanat , spor gibi alanlarında Atatürk’ün manevi kızlarından ve onların çocuklarından ünlü ve etkili kimse bulunmuyor.

Başbakan İsmet İnönü ise uzun bir başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı sonucu 33 yıla yakın Chp genel başkanlığı yaptıktan sonra 1973 yılında vefat etti.Fizikçi ve akademisyen oğlu Erdal İnönü  80 darbesinden sonra Chp yerine kurulan Shp genel başkanlığını yürüttü , 90’lı yıllarda bazı koalisyonlarda başbakan yardımcılığı yapıp aktif siyasetten çekildi.Erdal İnönü’nün çocuğu bulunmuyordu.Büyük oğlundan torunu Hayri İnönü ise yakın zamanda Şişli Belediye Başkanlığı yaptı.Kızından torunu Gülsün Bilgehan ise Chp milletvekilliği yaptı.İnönü soyadı büyük oğlu Ömer İnönü ve çocuklarından devam etmektedir.

İlk kabinede Ticaret Bakanı olan daha sonra başbakanlıkta yapan Hasan Saka’nın ise yakın zamanda kendisiyle aynı ismi taşıyan torunlarından Hasan Saka İyi Parti Trabzon İl Başkanlığı yapmış ardından istifa edip 2019 yılında Saadet Partisi Trabzon Belediye Başkan adayı olmuştur.

İlk kabinenin ve daha sonraki dönemlerin meşhur Sağlık Bakanı Refik Saydam  hiç evlenmemiştir.

İlk kabine de İmar ve iskan Bakanı olan daha sonra yaptığı Milli Eğitim Bakanlığı ile ünlenen ve 35 yaşında vefat eden Mustafa Necati’nin ( Uğural ) ailesine ilişkin bilinen yakın tarihli haber ise torunu İsmail Uğural’ın 2021 yılında İzmir’de dedesinin adına açılan Kültür Merkezi’nin açılışına katılmasıdır. Tarım Gazetecileri ve Yazarları Derneği başkanlığı yapmaktadır. İsmail Uğural’ın annesi Aysel Uğural ise 1977-80 arası Adalet Partisi’nden İzmir Milletvekilliği yapmıştır.

İlk Kabinede Maarif yani Eğitim Bakanlığı yapan Adanalı İsmail Sefa Özler ile ilgili bilgiler ise Özler Vakfı internet sitesinden elde edilebilmektedir.Oğlu Özbek Özler iş adamı olarak faaliyet göstermiş ve 2011 yılında vefat etmiştir.Adana’da iş adamı olarak devam eden Özler ailesinden fertler bulunmaktadır.

İlk Kabinenin Maliye Bakanı Abdulhalik Renda ise daha sonra uzun yıllar TBMM Başkanlığı yapmıştır , bugün torunlarından bilinen Sabancı Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof.Dr.Sabri Sayarı’dır.Türkiye siyaseti ve uluslararası siyasete dair zaman zaman tv’lere konuşmacı olarak katılabilmektedir.Yine İlk Kabinede Maliye Bakanlığı Hasan Fehmi Ataç’ın da torunlarından yakın zamanda vefat eden Uluhan Ataç mimar ve yazardı.

İlk kabinenin İçişleri Bakanı , Türk Ocağı’nın kurucusu Ahmet Ferit Tek’in ise kızı Türk Kültür ve Sanat uzmanı olup Tek – Esin Vakfı’nı kurmuş ve 1987’de vefat etmiştir , çocuğu bulunmamaktadır.

İlk kabinenin Milli Savunma Bakanı Kazım Özalp’in oğlu Atatürk’ün sünnet düğününe katıldığı Prof.Dr.Teoman Özalp ilk gemi mühendislerinden olup gemi inşa sektöründe çalışmış ve  2017 yılında vefat etmiştir.Oğulları da aynı sektörde iş yaşamına devam etmektedir.

İlk kabinenin Adalet Bakanı Seyyid Bey ünlü bir ulema ailesinden geliyor ve İslam Hukukçusu , Hilafetin kaldırılması sırasında dinen mahzuru olmadığı yönünde uzun konuşmaları ile tanınıyor fakat daha sonra hükümetten görüş ayrılığı nedeniyle ayrılmış  olup 1925’te vefat ediyor , bugün 2.Mahmut Külliyesine defnedilmesine rağmen mezar yeri belli değildir.Evli ve çocukları olup olmadığı bilgisine erişemedim.

İlk kabinede son Evkaf ve Şeriyye Vekili olarak görev yapan Manisalı Mustafa Fevzi Sarhan’ın ailesine ilişkin bir bilgi de bulamadım.

O zaman Genelkurmay Başkanlığı yapan Fevzi  Çakmak’ta kabine de sayılıyordu.Onun da 2 kızı vardır , kızının biri erken yaşta vefat etmiş diğer kızının tek çocuğu oğlu ise ABD vatandaşlığına geçtiği yönünde bilgiler bulunmaktadır.

Velhasıl Cumhuriyetin ilk kabinesi’nin ilk bakanları dönemin eğitim almış , memleketlerinin eşraf ailelerinin çocuklarından , Osmanlı son bürokrasisi , İttihat ve Terakki Cemiyeti ile siyaset , Milli Mücadele dönemi çalışmalarına askeri veya sivil katılım , ilk TBMM üyeleri , Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nde faaliyet göstermek gibi kurucu kadronun en parlak isimlerinden oluşuyordu.

Bugün ise son derece daralmış aile fertleri ile bir kısmı nesep intikalini günümüze sağlayamamış , bir kısmı ise az sayıda fertten oluşan aileler ile mevcudiyetini sürdürmektedir.Torunlardan kamuoyunca tanınan isimler son derece sınırlı olup meşgul oldukları sahalarda veya eş – dost çevresinde tanınmaktadırlar.

Kendilerinin bulunduğu görevlerden daha ileri bir göreve gelen , daha sonraki yıllarda Türkiye’ye damga vuran herhangi bir isim gelmemiştir. En tanınan isim Erdal İnönü’dür. İlk kabineden çocuğu yaşayan kısa araştırmam da sadece ( belki başkaları da vardır ) Başbakan İsmet İnönü’nün 93 yaşında kızı Özden Toker’dir. Eşi Metin Toker ünlü bir gazeteciydi. Görüldüğü kadarıyla ilk kabineden yine en tanınan ve en etkili aile İnönü ailesidir.

İlk kabinenin çocuk ve torunlarından genel bir çıkarım yapmak mümkün değil ama akademisyenliğe meylettikleri görülmektedir.

Daralan aileler kuşaktan kuşağa kültür aktarımını zorlaştırmaktadır. Aile fertlerinin sayısının az olması aileden  , gelecek vaat eden yeni fertler çıkmasını zorlaştırmaktadır. Tanınırlığı düşürmektedir. Siyaset , sanat , iş , ticaret bir çok alandan çekilmeye sebep olmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti nüfusu 1927’de 13 Milyon küsurdur.Belki 1923’lerde bu sayının da altında olduğu açıktır. 2023 Türkiyesi’nin nüfusu 84 Milyon küsurdur. Artış hızının yavaşlaması ile Türkiye’de aileler giderek daralmakta ve fert sayısı azalmaktadır. Burada 10 -12 kişi üzerinden görülen 100 yıllık bir süreci bütün vatandaşlarımızda ilerleyen süreçte yaşayabilir. Azalan aile ferdi sayısı ile bilim , ticaret , eğitim , kültür , siyaset , spor , sanat alanlarında başarılı fertler ailelerinizden çıkmayabilir. Çünkü doğal bir kanun gereği yeni olan , genç olan , çok olan yayılma alanı bulacaktır.

Bugün Sir Winston Churchill’in koltuğunda Hint kökenli Rishi Sunak oturmaktadır. Göçmen karşıtı biri değilim ama nüfus dinamizmi olmazsa ülkeler dinamik nüfusu ancak göçmen ile takviye edebiliyorlar.İlerleyen yıllarda  Hindistan , Pakistan , Bangladeş , Mısır ,Nijerya , Endonezya nüfusu hızla artmış ülkeler olacak.2050 yılında Avrupa’da 80 milyona yakın nüfus azalması yaşanacak , illaki bu nüfus bir yerlerden takviye edilecek. 2050’de 90 Milyon olması beklenen Türkiye’nin nüfusunun yanında 80 Milyon’u aşmış nüfuslu Irak olacak. Basit muhakeme yapalım kim güçlenir , kimler zayıflar , hangi diller ayakta kalır , hangi kültür varlığını korur , hangi ülkelerden daha çok sporcu çıkar , hangi ülkelerden hangi ülkelere göç olur , hangi dinler yayılır vs vs. Bilim , teknoloji vs konusunda kimler çalışır.

Toplum ailelerden oluşur , devleti insanlar yönetir. İnsanlar ailelerden çıkar. Türkiye Cumhuriyeti ordusunun şuan ki personel sayısını bile karşılayamayacak nüfus artışına düştüğümüzde ne olur ? Teknoloji gelişiyor demek tek cevap değil bugün askeri anlamda Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinin caydırıcı ordu mensubu sayısının olmamasının nedeni nüfustur.

Türkiye’nin en önemli sorunu nüfustur ? en önemli sorunu nüfus artış hızının düşmesidir. Ne yapıp edip nüfus artışını hızlandırmak zorundayız. Türkiye nüfus sorununu çözemezken göçmen sorunuyla boşuna uğraşmaktadır.Entegre edebileceği göçmenleri hızla entegre etmeye odaklanmalıdır.Nüfus canlılık emaresidir , devamlılık emaresidir , güç emaresidir.Her aile daha kalabalık olma yolunda hedef belirlemelidir.05.09.2023

 

 

Mehmet Emin BAŞALP