DUHA KOCA OĞLU DELİ DUMRUL’UN KOVİDİ YENDİĞİ

deli dumrul

Oğuz iline kara kış gelirken  , attan pek  oktan ağır , gözün görmediği, kılıcın kesmediği  Çin ilinden çıkan kovid belası Oğuz iline de ulaşmıştı.

Duha Koca oğlu Deli Dumrul derler bir er vardı.Bir susuz çayın üzerine köprü yaptırmış geçenden otuz akçe alır  geçmeyenden döve döve kırk akçe alırdı.

Köprünün yanına meğer bir oba konmuş , kara feryatlar göğe ulaşıyordu.Kimi kardaş diye kimi oğul diye ağlıyordu.

Dumrul sesten rahatsız oldu  varıp yetişti. Bre kavatlar ne ağlarsınız ?

Hep birden seslendiler

Aman hanım , bir yiğidimiz öldü ona ağlarız

Bize yaklaşmayasın

Çin ilinden bir kovid belası çıktı

Sakalcığı akça kocaları , ak pürçekli  anaları

Hırıldatıp öldürdü

Kara sakallı yiğitleri , elceğizi kınalı kızları

Hırıldatıp öldürdü

Rum’a Şam’a ünü vardı

Sen duymadın mı yiğidim

Dumrul  cevap verdi.

Bu nasıl şey ki can alır

Canı Tanrı alır

Ben bununla nasıl mücadele edeyim

Çıkarsa çıksın karşıma

Hep birden seslendiler :

Aman kara çadıra gir ak keçeyi ser otur , çıkma dışarı

Ak destar ile sar ağzını burnunu , akça su ile yıka elini

Sakın karşılaşma kovitle çıkar aklından savaşı

Haydi yiğidim bizden uzak ol , Yalvar Hak Teala’ya

 

Kovit bunları dinliyordu.

Bre tedbirsiz deli kavat geldin bu obaya

Gördüğüm gibi girdim hemen ağzına burnuna

Haydi senin deliliğin sökmez bana

Nice yiğitlerin , gözü güzel gelinlerin canını aldım

Bu sözler Hak Teala’ya hoş gelmedi , can alıp can veren benim bu kovit kendini ne sanır dedi.

Dumrul durdu düşündü ben yiğidim , bahadırım amma bu kavat kovit bize erişmeden varıp gidip anama babama anlatayım. Dumrul babasının yanına vardı.Elini , yüzünü öptü bakalım hanım ne söylemiş.

Ak sakallı aziz babam

Çin ilinden kovit çıkmış

Kimse görmez niceymiş

Hırıldatıp tatlı canı  alırmış

Köprünün yanında obada duydum

Ben bilirim Tanrı alır canı

Senin canın tatlıdır

Tez haber vermeye geldim

Çadırından çıkma baba

Babası der ;

Oğul oğul ay oğul

Hay temaslı  oğul

Yaşım gelmiş doksana

Uzaktan konuşsana

Geldin elimi öptün

Koviti elime yüzüme sürdün

Dünya tatlı can azizdir

Çıkma karşıma bir daha

Deli Dumrul babasından yüz bulamadı varıp gitti anasına ,

Der :

Ana biliyor musun neler oldu

Köprünün yanına bir oba kondu

Kovit derler bir bela çıkmış

Oğulların kızların canını almış

Ben bilirim Tanrı alır canı

Babama vardım el öptüm anlattım

Babam karşıma çıkma dedi

Ana sana da haber vereyim

Çadırından çıkma dışarı

Anası der :

Oğul oğul ay oğul

Dokuz ay karnımda taşıdığım oğul

Ak sütümle emzirdiğim oğul

Akça burçlu karantina yurtlarında tutulaydın oğul

Pis dinli kafirin elinde esir olaydın oğul

Benim yaşım gelmiş seksene

Baban ile yatarım aynı keçede

Evvel gidip elin öpmüşsün

Kovidi eline yüzüne sürmüşsün

Şimdi ben ne ederim

Dünya tatlı can aziz

Çıkma karşıma bir daha

Kovit gülmeye başladı Dumrul o istemeden ne istediyse yaptı hey gidi süper bulaştırıcı hey şimdi nereye gider diye güldü  , Dumrul tez helalinin yanına vardı.

Der :

Biliyor musun neler oldu

Köprünün yanına bir oba kondu

Kovit derler bir bela çıkmış

Nice koçyiğitlerin canını almış

Ben bilirim Tanrı alır canı

Babama haber verdim , anama haber verdim

Ben çadırımdan çıkmam hatun

Sen ne istersen onu yap

Kadın burada ne söylemiş :

Ne diyorsun ne söylüyorsun
Göz açıp da gördüğüm
Gönül verip sevdiğim
Koç yiğidim şah yiğidim

Kovit gelse ne olur

Sen çadırdan çıkma

Ben koyunu sağarım

Sana al şarap sıkarım

Sen çadırda ye iç

Kadir Tanrı Şahit Olsun

Benim canım sana kurban olsun

Dumrul’a bu söz hoş geldi der :

Yücelerden yücesin
Kimse bilmez nicesin
Güzel Tanrı
Çok cahiller seni gökte arar yerde ister
Sen bizzat müminlerin gönlündesin
Daim duran cebbar Tanrı

Ben bilirim Tanrı alır canı

Kovit sebeptir gayri

Babamın katar katar develeri var

Kovid sebebi olursa , hastaneler yaptırayım senin için
Anamın çil çil altınları var

Kovid sebebi olursa
Aç görsem donatayım senin için
Alırsan ikimizin canını beraber al
Bırakırsan ikimizin canını beraber bırak
Keremi çok kadir Tanrı

Bu sözler Hak Teala’ya hoş geldi.

Duha Koca elini yüzünü yıkadı , hatunu ile yatağını ayırdı , insan içine çıkmadı , el açıp Ulu Tanrı’ya yalvardı.

Beylikten usanmadım

Yiğitliğe doymadım

Bir koca hatunum var

Benim canım alırsan

Oğul elinde kalır

Gelin kakınç yapar

Canımı alma kovit medet

Dumrul’un anası elini yüzünü yıkadı , ağzını , burnunu ak destar ile örttü , çadırından dışarıya çıkmadı el açtı Ulu Tanrı’ya yalvardı.

Yücelerden yücesin

Kimse bilmez nicesin

Oğlan bir deli kavattır

Hatunu ondan ahmaktır

Kocam ölür kalırsam

Oğul çadırında yatarsam

Gelin kakınç yaparsa

Kanlı yaşlar dökersem

Canımı alma kovit medet

Bu sözler Hak Teala’ya hoş gelmedi.

Dumrul çadırından çıkmazdı , hatuna seslendi ;

Tepesi büyük büyük bizim dağlarımız olur
O dağlarımızda bağlarımız olur
O bağların kara salkımlı üzümü olur
O üzümü sıkarlar al şarabı olur
O şaraptan içen sarhoş olur

Çadırın örtüsün ört

Al şarabım doldur

Gel yamacım otur dedi ;

Dumrul’un hatunu duydu yanına geldi.

 

Ağıllarda beyaz koyun sana şölen olsun

Al al şaraplar sana içme olsun

Kovit alaca yılan olup beni soksun

Benim canım senin canına kurban olsun.

 

Haftası geçmez Dumrul ile hatunu yataklara düştüler , nefesleri hırıldadı alamaz oldular , ateşten konuşamaz oldular , öksürükten ciğerleri yandı.Günlerce yattılar.

Hak Teala Azrail’e emreyledi: Deli Dumrul’un babasının anasının canını al, o iki helalliye yüz kırk yıl ömür verdim dedi. Azrail de babasının anasının derhal canını aldı.

Dumrul ile hatunu  çadırda yatarken ,  anasını  ecel aldı , sonraki gün babasını ecel aldı , katar katar develer kaldı , tavla tavla atlar kaldı , çil çil altınlar kaldı , mezarını  eller kazdı.

Dumrul ile hatunu iyileştiler, alp ozanlar kopuzu eline aldılar , alnı açık cömert olanlar dinlesin dediler.

Canı Tanrı verir Tanrı alır

Sen tedbirin al dediler

Tedbir almayan Delinin

Ömrü varmış takdir Allah’ın dediler

Yerli kara dağlar yıkılmasın

Taşkın akan suyun kesilmesin

Kadir Tanrı namerde muhtaç etmesin

Adı Güzel Muhammed’e salavat , hanım hey!..

 

Mehmet Emin BAŞALP

 

 

 

 

YAZI YAZIN

yazı kalem

 

Herkesi yazı yazmaya teşvik ediyorum şu ara dostlarıma teklif ettiğim bazı konularda yazılarını istiyor ve blogumda yayınlıyorum yani insanları yazı yazmaya teşvik etmek istiyorum.

Ülke gündemimizin , pandemi şartları ile birlikte iyice sıkıcı hale geldiğini düşünüyorum.Televizyonları açıyorsun haber kanallarında kadrolu yorumculardan müteşekkil bayat tartışmalar. Oysa ülkemizin nükleer enerji yatırımlarını konuşamıyoruz , rektör tartışmalarından eğitim konularını konuşamıyoruz zira uzun zamandır kapalı olan okullarımızda eğitimin hali pür melali nedir bilemiyoruz.

Sosyal medya denilen insanların hayli vaktini alan mecrada ise her gün bir birinden mantıksız sloganik  tartışmalar ve algılarla adeta tımarhaneye dönmüş durumda.

Eş , dost ile muhabbet etmek bu pandemi şartlarında mümkün değil , dini , manevi hayat kuraklaşmış , inkıtaya uğramış halde. Online programlar ise bana göre insanlarda bıkkınlık oluşturmuş durumda , kültür ve sanat programlarına katılım yok , sanatsal faaliyetler toplu yahut bireysel icra edilemiyor. İnsanlar spor yapmayı dahi zorlukla yerine getirebiliyor. İnsanlar zihnen rahatlayamıyor , kendini parka atan kişi , haftasonu insanlar yine kalabalık oluşturdu haberlerini okudukça sinirleri geriliyor. Atabilen kendini doğal ortamlara atmak istiyor fakat kış şartlarında ve kısıtlamalar ile buda çok mümkün değil.

Ekonomik durumlara ilişkin rasyonel ölçekte yorumlar yapmak gerekir pandemi şartlarında geçmiş kıyaslamalar olamayacaktır tabii ki bu şartlarda ticaret genişleyecek , turizm hareketlenecek mümkün değildir , kısıtlama kararları ile esnafımızın durumu da zorlaşmıştır , ekonomi bir toplumun en büyük denge unsurdur fakat uzun zamandır hep olumsuz ekonomik haberlere maruz kalmanın getirdiği psikolojinin de iyi bir şey olduğunu düşünmüyorum. İnsanlar sağlıklı düşünemeyebilirler ve rahatlamaya ihtiyaçları vardır.

Bu süreçte çok fazla dizi ve film izlemekte insan beynini  tembelleştirdiği gibi insanların ruh haline olumsuz katkılar yapabileceğini düşünüyorum. Her şeyin kararı yerindedir.

Pandemi sebebiyle bazen tedirginliğimiz arttı bazen gereksiz ve mantıksız gördüğümüz tedbirler canımızı sıktı , ilk zamanlar herkesin bir şekilde yorumladığı virüs artık gündemimizde pek yer almamaya başladı vesaire fakat kısıtlamaların getirdiği hayat şartları ile normalleşmediğimiz için yine sıkılma ve bunalma halleri artmaktadır.

Velhasıl kelam bu tarz dönemlerde yazı yazmak ve edebiyata ilginin artması gerekir. Benim tavsiyem yazı yazın istediğiniz konu ve türde , iyi ve kötü olabilir bence niyet alın ve kesintisiz yazın , ben yazılarımın okunup okunmadığından emin değilim ama yazmaktan keyif alıyorum ve yazmaya devam edeceğim , imlamın zayıf olduğu , cümlelerde anlam bozukluğu olduğu , yazıların uzun olduğu gibi eleştiriler aldım ama yazmaktan vazgeçmedim. Yazıyı kalemle yazın demiyorum çünkü bende yazmıyorum ama keyif alan kalem ve kağıtla da yazabilir.Yazı yazmanın insanı rahatlatacağını ve ortaya son derece güzel eser ve kayıtların ortaya çıkacağını düşünüyorum. Klişe olabilir ama milletimiz yazıyı yazmayı sevmez hayatında kendinden yazılı bir şey bırakan sayısı nedense bizde azdır. Halkımız eskiden hiç olmazsa mektup yazardı şimdi onu da kaybetmiş haldedir.

Ve edebiyat , şiir , roman , hikaye vesaire birçok türde ister imkan nispetinde satın alarak , ister ödünç alarak mutlaka edebiyata olan ilginizi artırın , okunabilecek türden kaliteli eser ve yazar sayısı hayli fazla tabii biraz seçici olup çöp kitapları okumaya gerek yok isteyen edebiyat dışı kitapları da okuyabilir burada yazının konusu biraz rahatlama ile ilgili olduğu için edebiyat örneği verdim.Çünkü edebiyat rahatlatır mesela mevlid türü bir edebiyattır ve toplumu rahatlatır , mesnevi türü de bir edebiyattır bu manzum hikayeler insanı rahatlatır bu  örneği niye  veriyorum bu metinler dini metinler gibi görünür fakat çokça eleştirilir onun yerine ilmi eserler okuyun denilir tabii ki ilim öğrenmek için ilmi eserlerle meşgul olmak gerekir ama toplumunda , talebenin de yeri gelir mevlidle , menkıbeyle , ilahiyle , mesneviyle rahatlaması gerekir.

Gündemi çok fazla takip etmek yazmaya engel değildir , edebiyatla meşgul olmak zaman kaybı değildir , spor , sanat ve seyahat insan için gereklidir.  23.03.2021

 

Mehmet Emin Başalp

AMAÇ BİR YERE VARMAK MI YOLDA OLMAK MI ?

 

Araba kullanana kimse arabacı demez ama iyi bir motosiklete sahip kaskını , kıyafetini giyerek motosiklet kullanan biri artık motorcudur. Motorcular havalı insanlardır benim gözümde esasında motorcuların dostluklarına , tarzlarına , kıyafetlerine , botlarına , yeleklerine vesaire hep özenmişimdir ama adrenalinle aram iyi olmadığı için motosiklet edinmeyi ve binmeyi hiç düşünmedim. Hayatımda da çok az binmişimdir gerçekten ciddi bir motosiklete sadece İzmir’de bindim , bundan 3 yıl kadar falan önce İzmir’e bir düğün için gitmiştim ve bir arkadaşla buluştuk , buluşmaya motosikletle gelmiş ve nerede oturalım derken İnciraltı’na gidelim dedi , motosiklete biner misin dedi , binerim dedim ama tabii önceleri daha basit motosikletlere bindiğim için böyle bir aracı tahmin etmiyordum ve çevre yolunda falanda kullanıldı tabii ben artık Allah’a tevekkül etmiş haldeydim ( Velhasıl motosiklet bana göre bir araç değil ama motosiklet ve motorcuları severim ve hala özenirim. Hatta kişi üzerinden tedirginliği attığı durumda motosiklet kullanmanın veya yolculuk yapmanın kesinlikle keyfi var.Keyif veren şeylere insanların zaafları vardır. Bu zaaflarda dikkat ister. Dostum Orhan Arslangil’de yeni bir motorcu pandemi öncesinde evimize yakın bir kafe de motorcu dostları ile buluşuyorlardı bende bazen ekipleriyle orada karşılaşıp muhabbet ediyordum ve blog için kendisinden motosiklet konulu bir yazı istedim , amacım heves edenler için fikir veren bir yazı olmasıydı. Güzel bir yazı bilhassa dikkat konusunda uyarılarını dikkate almak gerekir çünkü böyle bir muhabbetin içinde olmak içinde olmak , çevrenizde motorcular olması eğer bir özenme durumu da varsa motosiklet kullanmalıyım arzusu bir çok kişinin içinde büyüyebilir bu nedenle böyle bir niyet almışsanız bilinçsiz bir kullanım yerine doğru bir süreç ve eğitim sonucu kullanıcı olmanız gerekir. Allah tüm sürücüleri kaza ve beladan korusun.

 

Mehmet Emin Başalp

 

IMG_20210318_112523

AMAÇ BİR YERE VARMAK MI YOLDA OLMAK MI?

 

Orhan Arslangil

 

Amaç bir yere varmak mı yolda olmak mı? Arabayla yolculuk yaparken hep aklımda bir an önce varacağım yere varmak olurdu. Son nokta veya mola noktası farketmez amaç hep bir an önce varmak. Motosiklete binerken bu düşünce tam tersine dönüyor gibi. Yolda olayım, keyfine varayım. Bir yere varacağım diye yola çıkmak yerine yola çıkalım da bir yerlere varırıza döndü iş.

 

Çok zaman olmadı motosiklete binmeye başlayalı ama bir anda tam merkez oldu. 30’ umdan sonra başladım ama demek ki içimde hevesi varmış hep bu kadar istekle keyifle devam ettiğime göre diyorum.

 

Nasıl olduğunu kısaca anlatacak olursam; laf arasında başladı her şey. Ehliyet almak zorlaşacakmış hazır çok zor değilken lazım olur motosiklet ehliyeti alalım dedik bir kaç arkadaş. Sonra baktım keyifli motosiklet araştırmaya başladım satın almak için. Kendi çapımızda araştırma yaptık YouTube videoları, kullanıcı tavsiyeleri, forumlar vs. derken 250cc( Kawasaki Z250SL) bir motosiklet aldım. Bu arada daha keyifli olsun diye de etrafımda hevesli olan arkadaşlarımı da zehirledim. Hep beraber(4 arkadaş) motosiklet sahibi olduk. Başladık binmeye. Olay işte orada başladı. O soru o zaman değişti. Nereye gideceğiz artık ne tarafa gideceğiz oldu çünkü amaç artık varmak değil yolda olmaktı. Her şey çok daha farklıydı. Anlatmak güç söyleyince ya da yazıya dökünce pek mantıklı gelmiyor ama aynı geçtiğimiz yollardan motosikletle geçince hissiyat, etrafımızda gördüklerimiz , manzara bambaşka oluveriyor. Etrafımızdaki her şeyin farkında olunca sanırım bütün yollar değişiveriyor. Bir eğitim de oluyor aslında insan için. Sürekli farkında olmalısın, sürekli tetikte olmalısın, sürekli dikkatli olmalısın.

 

Bu süreçlerde sürekli etrafımızdan motosikletin tehlikeli olduğunu bir an önce satıp bu işi bırakmamızı telkin ettiler ki halen öyle devam ediyoruz. Haklılar mı? Son derece haklılar. Arabaya göre çok daha tehlikeli ama bir o kadar da keyifli ve heyecanlı. Biraz kendi kendimize sürdükten sonra etraftan duymaya başladık eğitim alın sözlerini. Arkadaşlarla beraber sürüş eğitimi aldık. O zaman anladım daha önce nasıl cahil cesaretiyle bindiğimi. Buradaki en önemli şeylerin başında geliyor eğitim almak. Nerelere dikkat etmek gerek, nerede nasıl hareket etmek gerek, tehlikeden nasıl uzak durmak gerek ve bunların sürekli farkında olmak hepsini daha başka gözle görmeye başladım. Bu tehlikelerin içinde kendimizi korumamız için her şeyi tam yapmamız gerekli. Ekipmanımız tam olmalı, eğitim almış olmalı ve en önemlisi sürekli farkında olmalısınız her şeyin. Motosiklet hata affetmez. Allah korusun sonuçları çok acı olabilir. Bir anlık dikkatsizliğiniz size bir anda en içten en ihlaslı okuduğunuz duayı okutuverir. Keyif, heyecan, eğlence derken her şey tersine dönebilir.

 

Sonrasında keyfini almaya başlayınca daha uzun turlara çıkmak ve daha rahat olmak için motosikleti büyüttüm. Kawasaki Versys 650 aldım. Bu motosiklette yorgunluk çok daha az oldu, yapı itibarı ile yola daha uygun daha konforlu daha güçlü bir motosiklet. Şimdi dört gözle havaların ısınmasını , kısıtlamaların kalkmasını ve rahatça yollara düşmeyi bekliyoruz.18.03.2021

ŞEHİD DEDEMİZDEN BUGÜNE BİR İSİM HİKAYESİ

çanakkale abide

Çanakkale Savaşı şehidi  Doğanbeyli  Ağıllı sülalesinden  Ahmet dedemizi büyük amcamız ( babamın amcası ) Ali Başalp tarafından Çanakkale Savaşı’nın yıldönümü vasıtasıyla hatırlatan bir mesaj gelince karşılıklı bir süre mesajlaştık , bende de bazı bilgiler vardı , ondan yeni bazı bilgiler öğrendim , e devlet üzerinden bir araştırma yaptık bu vesileyle bazı konuları hatırladık ve bu yazıyı yazma ihtiyacı hissettim başta Çanakkale Savaşı’nda binlerce vatan evladı gibi şehit düşmüş  ceddimizi tekraren rahmet ve minnetle anıyor  ve bir isim hikayesi adı altında bugüne kadar uzanan bir konuyu yazıya dökmek istiyorum.

Büyük babaannemiz Havva yani dedemin annesi , ismi geçen şehit Ahmet dedemizin kızıdır , bu şehit dedemiz Doğanbey’de Ağıllılar olarak bilinen bir aileden gelir , babasının ismi Mustafa’dır. Bu aileye ilişkin hatıraları şimdi rahmetli oldu bu şehit dedenin torunu İstanbul’da Ahmet Ağıllı vardı Ahmet Dayı olarak biz hitap ederdik, ondan bazı hatıraları dinlemiştim , bu hatıraların bir kısmını büyük babaannemizden dinledik bir kısmını da işte yine dedemlerden dinledim ve bugün  akrabalar  yeniden değerlendirdik.

Şehit Ahmet Dedenin e devlet kaydımızda doğum tarihi 1879 olarak geçiyor , muhtemelen doğru bir tarih şehit düştüğünde 34-35 yaşlarında olması muhtemel , evliliğinden ki genç yaşta evlendirildiği biliniyor Ali isminde bir oğlu var oda genç yaşta vefat ediyor fakat çocuklarından soyu devam etmektedir İstanbul’da ikamet eden Ağıllı ailesi.

Kızı Havva ise oğlundan 14 yaş kadar küçüktür muhtemelen arada o yıllarda sık karşılaşılan bir durum  küçük yaşta çocuklar vefat etmiş olabilir  , büyük babaannemizden duyduğumuz kadarıyla “ babam ben altı aylıkken harbe gitmiş “ derdi.  Büyükbabannemiz 1913 doğumlu fakat bugün Ali amcamızla konuşmamızda esasında 1915’li olduğu yönünde bilgi edindim daha sonra bir yaş tashihi yapılmış. Bundan niye bahsettik çünkü asker arkadaşlarının anlatımları ile Edirne Uzunköprü’de cephedeler hem Uzunköprü , hem 1913 tarihi olunca acaba Çanakkale Savaşı değil de Balkan Harbinde şehit düştüğü yönünde benim bir yorumum vardı.Fakat bu yaş tashihi ve asker arkadaşlarının Çanakkale vurgusu olduğu yönünde yeniden değerlendirince ve Uzunköprü de de savaşlar olduğu bilindiğinden Çanakkale Savaşı cephesinde şehit düştüğü kanaatindeyiz ve dedemiz bir Çanakkale şehididir.Bugün mezarı bir çok şehidimiz gibi belli değildir ,İstanbul da hastaneye kaldırıldığı yönündeki rivayetlerden acaba orada vefat edip Edirnekapı Şehitliği’ne defnedilmiş olabileceğini sadece tahmin ediyoruz.

Eşi , oğlu ve küçük kızı bir daha babalarından haber alamıyor ve hemşerisi asker arkadaşlarından bu rivayetleri çok daha sonraları duyuyorlar maalesef 19.yüzyılın sonu Osmanlı İmparatorluğu’na batılı güçler dört koldan saldırdığı için 93 harbinden ve devamında , Anadolu’dan asker toplanmakta ve  bu vatan evlatları Yemen’den , Kafkas’lara , Çanakkale’den , Filsitin’e yine Balkan harbinde ve daha sonra Kurtuluş Savaşı yıllarında yüzbinleri geçen şehitler  verilecektir. Anadolu’dan giden evlatlar , eşler bir daha dönemeyeceklerdir. O nedenle o yıllarda kocası , babası , çocuğu şehit düşmüş aileler çoktur ve kısıtlı imkanlarla yaşamaya devam edeceklerdir.

Şehit Ahmet dedemizin kızı Havva babaannemiz kendisini gördüm , çokça vakit geçirme imkanımız oldu , uzun yaşadı  , ibadetine düşkün saliha bir hanımdı , büyükdedemiz Mustafa Başalp ile evliliğinden  dedem Mehmet doğmuştur , ondan da babam Ahmet doğmuştur.

Yazının konusu isimdi babamın adı olan Ahmet , büyükbabannemizin şehit babasının adıydı bunu kendisinden defalarca dinlemiştik “ babamın adı , ağzımın tadı “ diye severdi . Torunları içerisinde adı Ahmet olan sadece babamdır , babamın baba tarafından Ahmet isminde başkaca bir büyüğü de yoktur yani ismi bu şehit dedenin ismine izafeten verilmiştir.

Yine bu isimde ikinci kişi abisi Ali Ağıllı’nın oğlu olan İstanbul’da ikamet eden Ahmet Ağıllı idi   oda çok sevdiğimiz bir büyüğümüzdü Allah rahmet eylesin.  O da kendi isminin şehit dedesinin geldiğini söylerdi. Şimdi oğlu avukat Ali Ağıllı abimizin de Ahmet isminde bir oğlu var.   Ahmet ismi oradan da devam ediyor.

Bu şehit dedemizden gelen Ahmet ismi önce babama konmuş daha sonra bizde evladımıza hem dedesinin adı hem de ardındaki hikayeyle Ahmet Tarık ismini verdik ve isminin kökeni derinlemesine bakıldığında  Çanakkale savaşında şehit düşen bu büyük dedemizden gelir.

Bu vesileyle tüm şehitlerimize , gazilerimize , hassaten Çanakkale şehitlerine , şehit Ahmet dedeye , ahirete irtihal etmiş ismi zikredilen zikredilmeyen büyüklerimize tekraren Allah’tan rahmet diliyorum. Mekanları cennet olsun. İstiklal Marşı’nın şu dizeleriyle yazımı bitiriyorum.17.03.2021

Bastığın yerleri ”toprak!” diyerek geçme, tanı!

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:

Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.

 

Ahmet Özdemir ( Kör Ahmet ) İlk Defa Yayınlanan Bir Videosu

Ahmet Özdemir İlk Defa Yayınlanan Bir Videosu

 

Videoyu hangi tarihte çektim bilmiyorum , Rahmetli Ahmet Özdemir , kullanmayı sevmesem de bilinen adıyla Kör Ahmet eski 19 Mayıs İlkokulu , şimdi Mehmet Bayır İho’nun duvarına yaslanmış bir tabure de oturuyor ,tesbih çekiyordu.Yanında oğlu , yardımcısı Zeki Bey vardı.

 

Videoda ses olarak ben , görüntü ve ses olarak babam , ses olarak Zeki ve keyfi yerinde olan Ahmet Özdemir var. Benim avukatlığım üzerinden espri ve yorumlar yapıyor sonra Doğanbeyli oluşumuzdan tanıdıkları anıyor ve yakın zamanda rahmetli olan ve sevdiği Yılmaz Amca’ya da esprili dokunduruyordu.

 

Bu video kaydını ilk defa yayınlıyorum , fotoğrafı daha önce yayınlamıştım ve bazı haber siteleri bile kullanmıştı.

 

Konyamızın yetiştirdiği bu benzeri bir daha yetişmeyecek sanatçımıza Allah rahmet eylesin , mekanı cennet olsun. 08.03.2021

 

Aşağıda Youtube kanalımdaki linki mevcut.

 

https://youtu.be/YvzpWsAMFtM

 

 

LÜZUMSUZ MÜHÜR UYGULAMALARININ KALDIRILMASI GEREKİR

muhur damga

Mühür , tarihi geçmişi hayli eski olan ve başta devlete ait evraklar , kişisel evraklar , vakıf evrakları , kapatılan yahut açılması yasaklanan evrak , kap , kacak , kapı gibi yerlere konulan genelde mürekkep yahut başkaca bir malzeme ile mührün izinin çıkarılması işlemidir. Tabii sadece bu işlem değil bu işlem ile bir sonuçlandırma yapıldığı anlamı çıkar.Tarihi olarak , sanat olarak , anlam olarak , hukuki olarak değerlendirilmesi oldukça uzun ve başkaca bir konudur.

Burada bizi ilgilendiren resmi mühür uygulamasının mevcut hali ,devamının lüzumlu olup olmadığıdır. Bu konu esasında vatandaşı ne kadar ilgilendirir bilinmez ama hala resmi kurum ve kuruluşlar arasında ve resmi kurumlarla vatandaşlar arasında mühürlü evrak olup olmaması , kayıp mühür ve beratlar , mühürleme konusunda yaşanan vakit kaybı , mühürlerin tanzimi , beratı vesaire konusunda yaşanan bürokrasi , mühürlerin zamanla deforme olup sadece mürekkep renginde bulanık bir yuvarlağa dönüşmesi , mühür bozma suçu, yargılaması , infazı  vesaire gibi kanaatimce gerçekten oldukça lüzumsuz iş ve işlemlere sebebiyet vermesi ve mührün gelişen teknoloji ve arşivleme imkanları ile anlamını kaybetmesidir.

Mührün tarihi gelenek nedeniyle üst düzey yöneticiler ve kamu kurumlarında kısıtlı sayıda kullanımı devam edebilir. Resmi Mühür Yönetmeliği’nin 3.maddesi “RESMİ MÜHÜRLERİN KULLANILACAĞI BİRİMLER : Madde 3 – Resmi Mühürler yalnızca kuruluş kanunları ve Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri gereği kendilerine kamu görevi verilmiş kurum veya kuruluşlarca kullanılabilir. Bu kurum ve kuruluşların hangi birimlerinin mühür kullanacağı

  1. a) Cumhurbaşkanlığı Makamı ve İdari İşler Başkanlığında İdari İşler Başkanı, Cumhurbaşkanlığına bağlı kurum ve kuruluşlar ile Cumhurbaşkanlığı Ofislerinde en üst yönetici, Cumhurbaşkanlığı Politika Kurullarında Başkanvekili,
  2. b) T.B.M. Meclisinde Genel Sekreter,
  3. c) Bakanlıklar ile Bakanlıkların bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşlarında Bakan veya Bakanın yetki verdiği makam,
  4. d) Bağımsız yargı organlarında Başkan,
  5. e) (Mülga )
  6. f) Üniversiteler ve bağlı kuruluşlarında Yüksek Öğretim Kurulu Başkanı,
  7. g) Mahalli İdarelerde vali,
  8. h) Mahkemeler, icra daireleri ve noterlerde Adalet Bakanı veya yetki verdiği makam, onayı ile tesbit edilir.

Görünüşte sanki sınırlı sayıda gibi görülen bu kurum ve kuruluşların aslında hiçte bu kadar az olduğunu düşünmeyin bilhassa c fıkrası ve g fıkrası ile bakanlıkların merkez ve taşra teşkilatlarında her türlü müdürlüğünün mührü , ülkenin en ücra köşesindeki belde belediyesinden , büyükşehir belediyelerine kadar her türlü müdürlüklerinin mühürleri ciddi mühür sayısı oluşturmaktadır.

 

 

Kanaatimce bu mühür yönetmeliği şöyle olmalıdır.

a  ) Cumhurbaşkanlığı Makamı mührü , bu mühürde alelade olmamalı ve bir sanatçı tarafından tasarlanmak suretiyle oluşturulmalıdır.Cumhurbaşkanlığında ikinci mühür olarak sadece İdari İşler Başkanlığı’nın mührü olmalıdır.

b  ) TBMM’ye ait tek bir mühür olmalıdır ve genel sekreterlik tarafından önemli evraklar için kullanmalıdır.

c  ) Bakanlıklarda tek bir mühür olmalı kurumsal olarak sadece merkezi ve bir ilde bakanlığın en üst yöneticiliğinde olmalı önemli evraklar mühürlenmelidir. Savunma , İç İşleri ve Dış İşleri gibi önemli , tek suret ve gizli evrakların olduğu bakanlıklarda sadece bu belgelere has mühürler bulunmalıdır.Bakanlıklara bağlı kuruluşların sadece merkezi anlamda ve bir ilde en üst yöneticiliğinde tek bir mührü bulunmalıdır. Mesela Nüfus Genel Müdürlüğü mührü gibi , İl Nüfus Müdürlüğü mührü gibi ülke sathında birim ve alt müdürlüklerde herhangi bir mühür bulunmamalıdır.

d  ) Üniversitelerin sadece rektörlük dahil önemli evrakı için tek bir mühür bulunmalıdır.

e ) Mahalli idarelerde sadece mahalli idareyi temsilen önemli evrak için tek bir mühür olmalıdır. Valiliklerin ve kaymakamlıklarında önemli evrakı için sadece tek bir mührü olmalıdır. Müdürlük ve birimlerin mührü olmamalıdır.

Önemli evrakların ne olup olmadığı ilgili bakanlıklarca bakanlıkça belirlenmeli ve sınırlı sayıda tutulup ilave mühür prosedürleri oluşturulmamalıdır.

Askeri hizmetler , istihbari konular ayrı düzenlemelerin konusudur zaten , yargı organları , noterler vesaire ise mühür yönetmeliğinden çıkarılmak suretiyle ayrı bir düzenlemeye konu edilmelidir. Çok defa ifade ettim bizde sadece mahkeme gerekçeli kararları mühürlenmeli fakat bu mühürler ve karar kağıtları bir tasarımdan geçirilerek nitelikli hale getirilmeli ve arma kullanılmak suretiyle ıslak imzalı olmalıdır ve bu uygulama mühür sayılmalıdır. İcra dairelerinde mühür uygulaması kaldırılmalıdır. Noter mühürleri de azaltılabilecek şekilde yeniden düzenlenmelidir.

Bir evrakın sonlandığı , görüldüğü , kaydedildiği , arşivlendiği , kopyalandığı , aslının aynı olduğu , bir kurumdan cevabının onaylı halinin geldiği hallerde mühüre gerek yoktur bunlar kurumlarca gerektiğinde  basit kaşe ve notlarla düzenlenebilir çünkü mühürleme işlemi yapmanın herhangi bir anlamı olmayan milyonlarca belge üretilmektedir.

Ülke çapında bu kadar çok mührün olması gereksiz  bir mühür prosedürü oluşturmaktadır. Ben bunu kamuda çalıştığımda fark ettim kaymakamlıklarca neredeyse her hafta ülkenin bilmem neresinde bir müdürlüğe ait mühür ve beratın kaybolduğuna dair yazı geliyor , ben bunu hafızamda tutamayacağım gibi bunu sair kamu kurumu ve personelinin de bilmesinin de bir faydası yok , ilanı gerekliyse tüm ülke çapında kamu kurumlarına gönderilmesi de ilave külfet ve evrak yoğunluğu olup  bu hususunda basitleştirilerek sadece tek bir bakanlığa bildirimde bulunulması yeterlidir.

Bir diğer hususta kaçak yapı , ruhsatsız işyeri ve kanuna aykırı iş ve işlemlerin yapıldığı yerlerde yer alan mühürler. Kaçak yapıda mühürleme ifadesi geçmekle birlikte mühürleme işlemi uygulamada yoktur , kaçak yapıya yazı asılması mühürleme anlamına gelir bu husus hukukçular ve vatandaşlar tarafından da anlaşılmakta zorlanılmaktadır.Burada mühürleme ifadesi kaldırılmalıdır. Ruhsatsız işyerleri veya yasak faaliyet yapan yerlerin mühürlenmesinde ise kapıya bir soğuk mühür takılmaktadır. Bu mührün kaldırılması da mühür bozma suçunu oluşturur.Burada da mühür ifadesinin kaldırılması ve kapatma ilanı haline getirilmesi gerekir , mühür faaliyeti yasaklar yoksa mührün fiziki şeklinin bozulması cezanın amacı değildir fakat uygulamada bütün yargının işi gücü bu mührün fiziki varlığına kasdedilmesine odaklanılmıştır.Bu mühür uygulaması kavramı da kaldırılmalıdır.Suç ise faaliyete devam eden kişilere uygulanmalıdır.

Ülkemizde bir mühür sorunu da seçimlerde oy pusulasının mühürlenmesi mevzusudur. Bu uygulama da her türlü karışıklığa mahal verdiğinden en son düzenleme ile mühürsüz pusula da geçerli sayıldı fakat barkod gibi uygulamaların olduğu bir dönemde artık oy pusulasının mühürlenmesi gibi bir düzenleme de ortadan kaldırılmalıdır.

Birde mühürlü Mushaflar ( Kuran-ı Kerim’in kitap hali )  vardır.Diyanet İşleri Başkanlığınca Mushafların doğruluğunun kontrol edildiği ve arkasının mühürlenir bilhassa halkımız bu mührün olup olmamasına dikkat eder. Bu mühürleme işlemi de mühür şeklinde değil de daha şık bir şekilde incelemeden geçtiğinin bildirildiği bir uygulamaya veya tasarım bir mühüre dönüşebilir.

Neticede yazının esas amacı mühür sahibi kurum sayısını azaltılması , gelişen teknoloji ile mühürlü evrak sayısının azaltılması ve bir devlet geleneği olarak mührün sınırlı sayıda evrakta uygulanmak suretiyle devamının sağlanmasıdır.İleride de bu usullere geçileceği de açık olup bu tarz gereksiz mevzuat ve uygulamalardan da kurtulmamız gerekiyor. 03.03.2021

 

Mehmet Emin Başalp

 

AMERİKA’DA BİR MORNİNG

HASAN TERZİ

AMERİKA’DA BİR MORNİNG

Tüketim ve haz merkezli bir yaşam tarzının dünyadaki en büyük temsilcisi ve öncüsü Amerika ve Amerikan kültürüdür diyebiliriz. Teknolojik gelişmelerin birçoğunun çıkış yeri, kitleleri peşinden sürükleyen ünlülerin anavatanı, zenginliğin ve lüksün merkezi olan Amerika. Bu merkezi rolü sadece iş yaşamı ya da parayla ilgili faktörler çerçevesinde açıklamak yetersiz kalır. Bu rolün bir diğer ayağını da Amerika’nın toplumsal ve siyasi yapısının oluşturduğu göz ardı edilmemelidir. Bu yapı memleketini, arkadaşlarını, belki ailesini arkada bırakarak fırsatlar bulma amacıyla bu yeni kıtaya gelen insanların oluşturduğu bir yapıdır. Bu insanlar yaptıkları işte başarılı olmak için tek başınaydılar, akademik bir başarı elde etmek istediklerinde ellerinden tutacak kimseleri yoktu, bir ev yapmaya ya da satın almaya yeltendiklerinde onlara yol gösterecek kimseleri yoktu.Ve bu insanların her biri tek başınaydı bu yeni kıtada. Muhtemelen büyük zorluklar yaşadılar, büyük sıkıntılar çektiler hayatlarını kurma ya da hayatta kalma mücadelesinde. Fakat bu yalnızlık durumunu sadece sıkıntı ve zorluklarla açıklamak o dönemin şartlarına haksızlık olur kanaatindeyim. Çünkü yalnızlık beraberinde özgürlüğü de getirmez mi? Zorluklarla bir başına mücadele eden insan aynı zamanda, işine karışan, ona şu işi şöyle yap, bunu böyle yap diyen birilerinden de uzak değil midir?

Amerika’ya özgürlükler ülkesi denmesini bir de bu açıdan değerlendirmekte fayda var. Sosyal medyada görüyoruz, Amerika’da halk siyasileri dilediği gibi eleştiriyor, yüzlerine karşı ağır söylemlerde bulunuyor ama o siyasilerin korumaları da dahil olmak üzere kimse onlara müdahale etmiyor. “Fikrimi beyan etmek benim en temel hakkım, anayasal hakkım” diyor ve diğerleri de elleri çenesinde “adam haklı, bu onun en temel hakkı abi” diyor. Türkiye’den bakınca bize biraz garip geldiği aşikâr, ancak 250-300 yıldır tek başına hayatta kalan insanların oluşturduğu ve özgürlüğün hayatın merkezine yerleştirildiği bu toplum için hiç de garipsenecek bir durum yok aslında. Mesele özgürlük tam olarak!

Bir de özel mülk meselesi var filmlerde gördüğümüz. Burası benim özel mülküm diyor Amerikalı ve buraya girersen seni vururum diyor, vuruyor.Vuran haklı oluyor, vurulan haksız. Türkiye’de bunu yapsa biri, vurulan evin içine dahi girse haklı olacak belki, vuran ise haksız. Buradan bakınca bu da garip geliyor bu toprakların insanına. Bu da özgürlük meselesi ama sınırı var özgürlüğün. Diyor ki “benim özgürlük alanımın başladığı yerde seninki biter, yakarım!”

Peki bu örneklerde onları bizden ayıran, onlarla bizi birbirimizden farklı kılan tek şey özgürlük mü? Hayır, yalnızlık! Tabir yerindeyse Amerika’da insanlar yalnız doğuyorlar, yalnız yaşıyorlar, yalnız ölüyorlar. Ailelerinden uzağa geldiler (yalnız doğdular), tek başlarına iş kurdular (yalnız yaşadılar), ailelerinden uzakta (yalnız) öldüler. Peki biz burada, Türkiye’de, memleketimizde, evimizde nasıl yaşıyoruz? Ailemizin yanında (hep beraber) doğuyoruz, ailemizin teşvikleriyle, yönlendirmesiyle, desteğiyle (hep beraber) iş kuruyoruz, ailemizin yanında, onları gözyaşları arasında, onların üzüldüklerini görerek (hep beraber) ölüyoruz!

Bu açıdan bakıldığında biz özgürlükçü ya da özgür bir toplum değiliz. Buna bireysel toplum anlayışı da denebilir. Biz bireysel olarak yaşamaya uygun kodlara sahip değiliz. İşe girerken bir tanıdık gerekir bize, sanayide de olsa, devlette de olsa “dayı” ararız bir yerlerden. Dayımız yoksa eniştemiz vardır, yoksa da ararız, buluruz. Sadece işe girerken değil, iş yaparken de dayıların ya da eniştelerin tanıdıklarıyla yaparız biz işlerimizi (bu tespit sadece içinde bulunduğumuz şu zaman dilimi için geçerli değil, 40 yıl önce de aynıydı, muhtemelen 400 yıl önce de). Arkadaşla, akrabayla, tanıdıkla iş yapmayı, işlerimizi onlara yaptırmayı, malı onlardan almayı severiz biz. Çünkü (sosyolojik tabirle) cemaatçi bir toplumuz biz. Sol da cemaattir kendi içinde, sağ da, tarikatler de cemaattir, ateist gruplar da. Biz cemaat halinde yaşamaya alışmış toplumuz. Bayramda birbirimizi ziyaret ederiz, akşamları ailecek birbirimize gider geliriz, anne-babamıza yakın yerlerde yaşarız, çok uzaklara gidemeyiz, gitsek de sık sık yanlarına geliriz. Amerikan toplumunu bizim toplumumuzdan farklı kılan bir başka örnek olarak da bu cemaat yapısıyla ilgili olan ve çocuğun amcasına ismiyle hitap etmesi, 18 yaşını doldurunca kimi ailelerin çocuğu evden postalaması gösterilebilir. Bizde çocuk amcasına ismiyle seslense babasının, amcasının ve bilumum akrabanın, eş-dostun, mahalleden abilerin topluca kendisine girişeceğini ve komada birkaç aydan sonra hitap şeklinin doğrusunu öğreneceğini bilir ve o toplara hiç girmez. Amca der geçer.

Kısaca Amerika-Türkiye karşılaştırması olarak nitelendirebileceğimiz bu durumun küçük ölçekli bir örneğini burada kendi topraklarımızda gözlemliyoruz aslında. Anadolu’nun bir köyünden, kasabasından ya da sıradan orta ölçekli bir şehrinden İstanbul’a, Ankara’ya, İzmir’e üniversiteye giden gençler de kendi çaplarında bir Amerika keşfi yaşıyorlar. Bir özgürlükler diyarına adım atıyorlar, aileden uzakta, tek başlarına bir yaşam kurmaya çalışıyorlar. Baba evinde kira ödeme derdi olmayan, yemek yapmakla uğraşmayan, fatura ödeme sorumluluğu olmayan gençler üniversite eğitimi için büyük (ya da başka) şehirlere gidince üzerlerine kocaman(!) sorumluluklar yükleniyor, hayatın acımasız(!) yüzüyle bir anda karşılaşıveriyorlar. Ama özgürlük pahalı şey!Aile yanında hayat bedavaydı belki fakat özgürlük yoktu. Şimdi ise hayat pahalı ama yanında özgürlük bedava! Ailenin yanında sigara içemeyen genç yeni geldiği şehirde cebinden sigara paketini eksik etmez oluveriyor bir anda. Sadece aile yanında mı içemiyordu o sigarayı? Koca şehirde bile rahatça içemezdi, babası görmese akraba görür, komşu görür, babasının arkadaşı görür, ortalık karışırdı.

Bizim buranın gençleri için yeni gidilen şehir küçük Amerika’dır artık. Memleketinde yapamadığı ne varsa burada yapabilme özgürlüğü vardır. Memlekete dönünce sıkılır, rahat edemez, bir an evvel kendi(!) şehrine dönmeyi arzular. Niye? Özgürlük orada çünkü! Bu özgürlük tıpkı Amerika’ya iş bulmaya giden insanların özgürlüğü gibidir. İşine, hayatına karışan yok, o iş öyle yapılmaz diyen yok, onu yapma diyen yok.Tek başına küçük bir krallık gibi.

Peki Amerika’dakini o yalnızlığında kötülerden, canavarlardan koruyan kim? Yalnız değil mi bu insanlar, birilerine ihtiyaçları yok mu korunmak için? Var tabii ki, onları koruyan kendi koymuş oldukları kurallar, kanunlar ve hepsinin üstünde kendi oluşturdukları anayasa. Bizim gençleri gittikleri şehirde koruyan kim var peki? Merak etmeyin, bizim gençlerin durumu da Amerika’dakilerle aynı demiştik ya, bizimkileri de yine kanunlar koruyor. Kanun bir şeye yasak diyorsa bizimkiler onu yapmıyor, yasak demiyorsa dibini sıyırıncaya kadar yapıyor. Gidebildiği kadar ileri gidiyor. Herhangi birinin kendisine müdahalesinde ise aslan kesiliyor bizim gencimiz, “bu benim yasal hakkım, sana ne?” deyiveriyor hemen. Sen de bakıyorsun, kanunen yasak bir durum yok, ses etmiyorsun, bir süre sonra da ses edemez hale geliyorsun.

Peki babasının yanında kanun yok muydu? Sigara kanunen yasak olan bir şey değilken neden sokakta serbestçe içemiyordu o sigarayı? Kanunen yasak olmayan başka şeyler yapmak istediğinde neden yapamıyordu? Sigarayı içse polis yakalayıp götürmeyecek, başka şeyler yapsa devlet güvenlik mahkemesinde yargılanmayacaktı. Neden yapmıyordu peki? Çünkü ailesinin yanında, memleketinde kuralları kanunlar değil “AYIP”lar belirliyordu. Sigara içmek kanunen yasak değildi ama  ayıp sayılıyordu da ondan içmiyordu, başka şeyler anayasada yasaklanmamış olmasına rağmen yapmıyordu çünkü ayıptı. Üniversite için gittiği şehirde onu ayıplayacak kimse olmadığı için sınırları kanunlar koyuyor, ailesinin yanında kanunlara başvurmayı gerektirecek büyük olaylar yaşanmadığı için sınırları ayıplar belirliyor. Ayıp dediğimiz şeyi nereden öğreniyoruz peki? Onu da kültürden öğreniyoruz, kültürümüzden. Kültür bizim olandır çünkü, biz oluştururuz, biz yaşarız, biz yaşatırız. Kültür bizi biz yapan en önemli yapı taşıdır. Kültürü kaybettiğimizde ayıp kavramını kaybederiz. Ayıp yok olduğunda işimiz kanunlara kalır ve kanunlar köşelidir. Ya keser ya da hiç dokunmaz. Halbuki kültür bizim olduğu için bize tam olarak uyar, bu yüzden boşluk yoktur kültürde.

Şimdi biri çıkıp ben kanunlara aykırı bir şey yapmıyorum deyip ayıp bir şey yapıyorsa bilin ki o kişi kültürün dışına çıkıyordur, kültürü bozuyordur, kendisi dejenere olmuştur, başkalarını da peşinden sürükleme hevesindedir, çünkü özgürlük güzel gelir insana, pahalı da olsa güzel gelir. Bu pahalılık kira ya da fatura ödemek gibi bir pahalılık değildir, kültürü tümden kaybetmenin pahalılığıdır…

 

Hasan TERZİ