NE BEKLİYORUZ

NE BEKLİYORUZ

Suudlu gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın , İstanbul Başkonsolosluğun’da öldürülmesi ile Suudi Arabistan dünyanın gündeminde.

 

 

Uluslarası İlişkiler konusunda uzman değilim fakat yurt dışı deneyimim olarak gördüğüm tek yabancı ülke umre sebebiyle Suudi Arabistan. Birazda okumalarımında etkisi ile Suudi Arabistan’dan ne bekliyoruz sorusuna şahsım ve herkes çok rahat cevap bulabilir.

 

 

Suudi Arabistan , Osmanlı hakimiyetindeki Arap yarımadasının medeniyetten uzak , uzun yıllar devlet hakimiyetinden bile uzakta kalmış herhangi bir doğal ve kültürel zenginliği olmayan orta kısmı olan Necid’de ortaya çıktı daha sonra hasbelkader devlet düzeni olan Hicaz bölgesindeki Hicaz Emirliği’nide ele geçirerek şimdiki Suudi Arabistan devleti ortaya çıktı.

 

 

Hicaz emirlerinin hatıralarına bakarsak ne kadar vahşi şekil ve yöntemlerle bu bölgeyi ele geçirdiğini ve ardına hangi güçleri aldığını da görebiliriz.

 

 

Yağma ile geçinen bir topluluğun ve idarecilerinin kurduğu devletten ne bekleyebiliriz.

 

 

Suud , her ne kadar Müslümanlar için kutsal beldeleri elinde tutsada tüm müslümanları kucaklayan veya bu amaca yeltenen , maddi imkanı ile yardımlara koşan bir ülke olmaktan çok uzaktır. Dünyada bugünde varlığını sürdüren ulus devlet ideolojisinden de bilinçsiz şekilde etkilenmistir. Arap milliyetçiliği ve daha doğrusu Arap asabiyeti ile şekillenen bir devlet olduğundan tüm müslümanları kucaklayıcı bir politikası olmadığı gibi araplar arasında da ayrımcı ve acımasızdır. Bu nedenle ortadoguda kendi ırkdaşlarının bile menfaatini bu asabiyet nedeniyle sahiplenmemektedir. Cahiliyye döneminde olan Ukaz panayırı gibi hususları bile canlandırması bir tür ulus devlet anlayışı olusturma çabalarıdır. Fakat ne kadar çabalasada yanlış kulvarda koştuğundan bu alanda bir adım ilerlemesi mümkün olmadıgı gibi geriye de gitmektedir.

 

 

Suudi Arabistan idarecileri aynı zamanda Vahhabilik denilen din yorumununda takipcisi ve yayıcısıdır. Bu son derece katı inanç sistemi her ne kadar itikadi ve fıkhi sıkıntılarda olsa özel yaşam alanında tolare edilebilecekken bunun bir ideoloji ve siyaset haline getirilmesi Suudi Arabistan’ı diğer müslümanları dışlayan ve ayrıştıran bir yapıya çevirmistir. Batılıların terör tarifini kabul etmesemde radikalizm denilen fikir , kisi ve örgütlerin buradan zuhur etmesi bunun göstergesidir. Bin Ladin , 79 Kabe Baskını gibi hadiseler bu konuda fikir verebilir.

 

 

Suud ayrıca İslam ülkelerinde radikal akımları finanse etmekte ve hatta terörize eylemlere teşvik etmektedir.Dünyaya sunmuş oldukları tek fikir budur.

 

 

Saygın bir İslami eğitim sistemine de sahip olmamakla birlikte Suud Başmüftüsünün bile dünya düzdür gibi iddilarını öne sürdüğü bir dini anlayış vardır.Mevzu detaylı belki kendi inanç sistemi icinde tutarlıda olsa bu tip iddiaların ne kadar sakil kaldığı ortadadır.Dini bilimler haricinde de herhangi bir ilmi gelişim yoktur.

 

 

Suudi Arabistan’a yön veren idarecilerin bedevi zihniyetli olmasıda her türlü alanda kendini göstermektedir. Ülkede kurumsal hic bir yapı olmadığı gibi ne mimaride , ne sosyal yaşamda ne kültürde herhangi bir incelik ve estetik yoktur. Tamamen rastgele anlayışla ve kabalıkla olusturulan her türlü yapı oldukça ilkeldir , plansızdır.

 

 

Suudi Arabistan bu ilkelliginin yanında petrol ilede zenginleşmiş bu zenginlikte olabildigince görgüsüzlük ve şatafata dönüşmüştür. Kendilerine saygıyı parayla oluşturan bu devletin idarecilerinin gezi ve harcamalarını herkes istihza ile izlemektedir.

 

 

Ülkede ordu , polis , bürokrasi vb lakaytlık ve keyfilik içinde olup olağanüstü her türlü siyasi , ekonomik , sosyal , afet ve kriz hallerinde beceriksizligin zirvesinde tavır ve davranışlar içindedirler.

 

 

Suudi Arabistan mutlak monarşi ile yönetilmektedir. Kraliyet rejimleri içinde bile pek rastlanmayan bir sekilde hanedan ailesinin bile bakanlık , valilik , komutanlık ve üst düzey bürokratlık yaptığı akıl dışı bir siyasi yapı vardır.
Misal Çin’de tek partide olsa uzman bürokratlar vardır. Monarşi olan ülkelerde bir tür istişare mekanizması , otoriter rejimlerde ise bir sistem arayışı vardır. Suudi Arabistan zengin , kaba güce dayalı ama devlet aklından yoksun sırtını küresel güçlere dayamak suretiyle zorbalıkla idare edilmektedir.

 

 

Ülkede herhangi bir sivil girişim , siyasi fikir ve oluşum , basın hürriyeti yoktur. Ekonomik sistem idarenin haraç alacağı bir sistemle inşa edilmiştir.

 

 

İnsanın kıymeti yoktur. % 60’lar seviyesinde bir okuma yazma oranı vardır.

 

 

Suudi Arabistan’ın imajıda oldukça kötüdür. Mesela İran’da batılı ülkelerce tehdit görülmekle birlikte kültür ve medeniyeti hayranlık uyandırır. Mısır batılıların ilgisini çeker. Japon ve Korelilerin barışçıl imajı dünyada takdir görür.Suudi Arabistan tüm bunlardan yoksundur aksine nefret uyandırır.

 

 

Suudi Arabistan bir devlette olması gereken her şeyden yoksundur. Böyle olduğu içinde yabancı bir ülkenin konsolosluğunda herkesin gözü önünde vahşi cinayetler işleyebilmektedirler. Suudi Arabistan’a bakınca gerçekten evet ne bekleyebiliriz ki ifadesini herkes rahatlıkla kurabilmektedir.

 

 

Suudi Arabistan’ın bu çağ ve akıl dışı faaliyetlerine ilgimizin sebebide dünyada İslam inancına vermiş oldukları zarar nedeniyledir. Müslümanların kıblesinin bulunduğu , peygamber Efendimizin kabrinin bulunduğu ,ilahi vahyin nazil olduğu , adaletin , insan haklarının , tevhid inancının dünyaya haykırıldığı bu toprakların bu karanlık ve barbar zihniyetin elinde bulunması son derece üzücüdür. İslam tüm bunlardan beridir.

 
Suudi Arabistan’ın tüm kodları bu şekilde olduğundan şahısların değişmesi ile de bir değişiklik yaşamasıda mümkün değildir.Uluslarası ilişkiler sistemi nedeniyle sizden de bu beklenirdiyi hic bir devlet diyemez ama şahıslar ifade etmelidirler. Suudi Arabistan var oldukça müslümanların bu devletin şerrinden ve zararlarından korunmak için tedbirli ve dikkatli olmaktan başka yakın vadede çarede yoktur. 10.11.2018
Mehmet Emin Başalp

LİMONATA YAPMAYA DEVAM EDELİM

LİMONATAYI YAPMAYA DEVAM EDELİM
Siyasi ve dünya görüşü yazımızla ilgili değilde Çetin Altan’ın geçenlerde bir köşe yazısına denk geldim. İsteyenler internetten de bulup okuyabilir ” Limonata ve rafadan yumurta ” diye. Orada şöyle bir kısım var ”
Çünkü bunları bir tek kişi yapamaz. Özenler ve incelikler, ortak bir yaşam kültüründen, kişilerin yaşamına kadar uzanmıyorsa; limonata yapmaya kalktığın zaman, önce evde limon bulamazsın. Limonu almak için dışarı çıktığın zaman da, zaten limonata içme isteğin küllenmiş olur. Dişini sıktın, limonu alıp geldin. Kör bıçak, limonu doğru dürüst kesmez. Buzdolabına su konulması unutulmuştur. Yahut dolap tam o sırada söndürülmüştür. Yahut limon sıkacağını komşu almıştır. Zaten nane de yoktur. Çay süzgeci yıkanmamıştır. Görkemli uzun bardak bir gün önce kırılmıştı. Ama limonata yerine, soğuk maden suyu vardır… Ve yeni icatlar çıkarmak da, insanı üzmekten başka hiçbir işe yaramaz… ” Evet , yeni icatlar çıkarıyoruz.

 

 

Tasavvuf , tarikat , dervislikte tek kişinin zevki olmayan bir özen ve incelikler kültürü idi.

 

 

Bu kültürün öyle yüz yıl öncesine filan gitmeyeceğim şundan 20 sene önce bile muazzam bir kültür vardı.

 

 

Dedemlerin haftalık mutad sohbetleri vardı. Esnafı , tüccarı , emeklisi , gazetecisi , işçisi , memuru bir grup.Gruptaki kişiler şehrin yerlisi , adabını , edebini bilir , mütevazı , hoş sohbet ,nazik kişilerdi. Rahmetli oldu bize yakın oturur bir amca arabası yoktu belkide kullanmayı bilmezdi dedemle gidecekleri için buluşma gününde , bulusma saatinden gec geldigine sahit olmadık erkenden gelir kapının önünde beklerdi. Zil çaldı mı , filan amca geldi maşallah her zamanki gibi erkenden geldi derdik , pencereden bakarız her zamanki gibi Mehmet Bey evde mi diye soran kibar amca ile aynı muhabbet yıllarca sürmüstür. Sohbetlerde de ne bir şov ne bir acayiplik olur , okunacak kitap okunur , yapılacak zikir yapılır , çay ve meyve faslından sonra dağılınır.

 

 

Mutad sohbet usulünü bilenler bilir bir sırayla olur bu sıra geldiğinde annemler vb genel temizlik yapılır efendim koku çubugu yakılırdı.Misafir gelmesede misafir odasının ışığı yakılı tutulur. Misafir varken gürültü yapılmaması tenbih edilir evde bir disiplinli hal olur. Yine bilenler bilir zikir esnasında ışıklar kapatılır. Küçükken bu ortamıda merak ederdik ama alınmazdık. Bu sohbet muhabbet meclisleri ülkemizde az çok bir birine benzediği şekliyle sürüp giderdi.Bir cazibesi bir edebi bir vakarı vardı.

 

 

Tasavvuf , tarikat denilince daha fazla ibadet daha fazla tesbih çekmek filan anlaşılırdı.

 

 

Persembe geceleri , kandil geceleri , ramazan geceleri vb bir sevinç içinde gecerdi.

 

 

Allah dostları sevilirdi.Evliya menkıbeleri belki tekrar tekrar anlatılırdı. Türbe ziyaretleri vb vakar icinde olurdu. Çeşitli sohbet kayıtları yahut bir hafız veya mevlidhanın okuyuşu dinlenilecekse vecd ile dinlenirdi.Güleryüz ve nurani bir sima adeta bu kültürle özdesti.

 

 

Bunlar hep bir sevinç veren , dinginlik veren abartısı olmayan mutad bir takım faaliyetler olup genel halktada bu şekilde idi.İnsana yaşama sevinci , moral motivasyon ve dahi tevekkül katardı.

 

 

Şimdiki gibi asık suratlı arapça kitaplarla dolu bir kütüphanenin önünde oturup bağıran çağıran hocalar yoktu. Bir birinden karışık mevzular dillendirilmezdi. Kimse kimseyi bid’atçilikle şunla bunla suçlamazdı.Tasavvuf , tarikat , dervis , evliya kötü degildi. Zikir bagrış çağrış degildi , herkes günlük kıyafetini giyerdi , taksa bir namaz takkesi takardı , allı , yeşilli acayip sarıklar , cübbeler yoktu.

 

 

Kimileride toplanıp toplanıp sohbet , muhabbet yerine beyin yıkanan bir usul getirdiler , dönüp dönüp aynı şeyleri okudular , videolarını seyrettirdikleri aglak adamın zırvalıklarını adeta ezberlettiler , nezaketi , muhabbeti unutturdular kim olduğu belisiz kisilerden müteşekkil oturma grupları ihdas ettiler , gidenler kendilerini emin değil korku ile karışık baskı içinde buldu. İnsanlığı müslümanları bırakıp para dilendiler . Hurafeci tipler türedi , zikride , giyimide , kuşamıda şova döktüler . Sokakta buldukları adamı dahi soktular her yere. Her yeri abartı aldı , samimiyeti , düzeni , intizamı , sohbet adabını , ibadeti , zikri vb her şeyi tahrip ettiler.

 

 

Ve günümüz insanı şimdi dönüp baktı sanki usul bu yahû usul güzel bir limonataydı , katkı maddeli maden suyu değildi.

 

 

Şimdi ise bu zevkleri arasan ne fayda evde sohbet yok , varsa heyecan yok , eve gelen kibar adamlar yok , merakla dinlenilecek evliya menakıbı anlatacak kibar amcalar yok . Bu özen ve incelikleri yok edip yeni yeni seyler icad ettik. Belki bir yerlerde hala bu incelikleri ve kültürü devam ettiren adeta nesli tükenmiş kişiler olabilir ama onlarda artık medyadan , televizyondan , ilahiyatçılardan , nevzuhur hocalardan , cami kürsülerinden her gün tasavvuf dini mensupları , şirk icindesiniz , para tuzağı yapılar , sahtekarlar vb şeklinde bin türlü hakarete maruz kalıyorlar.

 

 

Yazının devamı ”
Yaşam sevgisi bir kültürdür. Tıpkı çiçek sevgisi, tıpkı müzik sevgisi, tıpkı yüzme sevgisi gibi…
Bu sevgi ya vardır, ya yoktur.
Böyle bir sevgi pekişmemişse; orada insanlar, ne yaratıcı bir yaşama, ne sağlıklı bir aşka, ne keyifli bir yücelmeye fazla kulaç atamazlar…
Kafası yarım kesik bir horoz gibi, çırpınır, bunalır, önüne geleni suçlar; ne istediğini, ne aradığını, daha doğrusu ne halt edeceğini bir türlü tam kestiremez ve kendilerini de, canım yaşamı da ziyan zebil ede ede, sönüp giderler.” Sevgisizlik yayıldı , yeniden insanların bir birini sevmesine bu irfan medeniyetimize toplumumuzun bakış açısının değişmesine ihtiyaç var. O keyifli yücelmeye kucak atmamız , feyz almamız , neş’e almamız lazım. Ve daha önemlisi değişen kendimizinde yeniden değişerek ne halt edeceğini bilmeyip sönüp giden insanlardan olmamamız lazım.02.11.2018

Mehmet Emin Başalp


 

Eleştirel Düşünmenin Yaygınlaşması İçin Ögrencilere Tavsiye Edilen Kitapların Değişmesi ve Zengileşmesi Mi Gerekiyor ?

ELEŞETİREL DÜŞÜNMENİN YAYGINLAŞMASI İÇİN ÖĞRENCİLERE TAVSİYE EDİLEN KİTAPLARIN DEĞİŞMESİ VE ZENGİNLEŞMESİ Mİ GEREKİYOR ?

 

images (36)

Bireylerin fikri olgunluğa ulaşmasında yaşın ilerlemesinin , tecrübenin önemi vardır , bu yaşlarda kişiler olayları daha iyi kavrayabilir düşüncelerini daha iyi anlamlandırabilir.Bu yaşlarda yaptığı okumalar ile daha fazla bakış açısını zenginleştirebilir.Aynı sebepler eleştirel düşünme için de geçerli olmakla beraber eleştirel düşünmenin sorgulamayı öne çıkaran yapısı nedeniyle bu beceriyi daha erken dönemlerde kazanması kişiler için büyük bir avantaj sağlayabilir. Kişinin kitaplarla , eğitimle haşır neşir olduğu dönem ise ilköğretime başladığı çağdan üniversite eğitiminin sonuna kadar olduğu dönem diyebiliriz.
Bu yıllarda öğrenci olan kişiler acaba hangi tür edebi ve düşünce kitapları okumaktadır ki eleştirel düşünme becerisi gelişsin. Sadece edebi tür kitaplar mı okumalıdır ? Neden öğrencilere bazı yazım türünde kitaplar tavsiye edilmemektedir. Seçkiler , tavsiyeler neden geliştirici değil durağan , soğutucu ve hatta sıkıcıdır. Hatta neden ideolojik körlüğe sebebiyet verecek propaganda kitaplarıdır. Bunu önemli bir sorun olarak görüyorum. Şimdi somut olarak bu hususu biraz daha irdeleyelim.
Şu hususu başta söyleyeyim bu eserlerin okunmaması gerektiğini söylemiyorum , okuduğumda eserlerdir kendi alanlarında saygınlıkları vardır ve okunmaktadırlar.Fakat daha sonraki yıllarda bireysel tercihlerle okunabilecek bazı kitapların tavsiye kitaplar listesinde çok da yer almaması ve tavsiye kitapların hepsinin edebi türde kitaplar olmaması gerektiği kanaatindeyim.
Yıllardır 100 temel eser içerisinde bulunan Reşat Nuri Güntekin’in “ Çalıkuşu “ romanı. Çalıkuşu romanı illa ortaöğretim veya lise öğrencilerine okutulması gereken bir kitap mıdır ? Olmadığı kanaatindeyim zira bir dönem kitabı olmasına rağmen romanın baş karakteri Feride gerçekçi bir karakter değildir. Öğretmenlik mesleğinin idealize edildiği bir kitap olduğu iddiası da gerçeği yansıtmaz zira hiçbir olayda öğretmen karakter gittiği yerde herhangi bir değişime sebebiyet vermemekte bir takım kişisel maceralar yaşamaktadır.
Ünlü bir klasik kitap olan Madame Bovary , iyi betimlemelere , duygu değişimlerine , kendi yazıldığı dilinde edebi üstünlüğe sahip olabilir fakat konu itibariyle ihtirasından gözü dönmüş bir kadın karakterin yaşadığı sorunlar ve yaptıkları acaba ortaöğretim ve lise öğrencilerine ne tür bir gelişimlerine faydalı düşünme becerisi kazandırabilir.
Oldukça ağır kalabilecek Samipaşazade Sezai’nin “Sergüzeşt “ romanı. Çok sevdiğim bir yazar olan Abdülhak Şinasi Hisar’ın “ Boğaziçi Mehtapları “ kitabı. Şimdi bu kitabı bir kişinin sevebilmesi için Osmanlı son dönem varlıklı ailelelerin yaşamları konusunda bilgi sahibi olması , bu döneme merakı olması , İstanbul beyefendisi veya hanımefendisi denilen nezaket ve kibarlık kültürünün garip gelmemesi , divan edebiyatına , klasik musikimize sevgisi olması vesaire oldukça rafine bir kültüre veya bu kültüre merakı olana hitap eder. Yabancı vampir dizileri izleyen bir nesil için Abdülhak Şinasi Hisar’ın anlattığı dünya sanırım oldukça uzaktır.
Mehmet Akif Ersoy’un “ Safahat “ eseri kolay anlaşılabilir mi ? Safahat hızlıca okunduğunda adeta anlamı bilinmeyen ama seri şekilde okunan bir kitaba benzer oysa mısra mısra tetkik edilmesi gereken bir kitaptır.
Çok sayıda örnek vererek konuyu sıkıcı hale getirmek istemiyorum meselenin özü hem eser seçiminde hem de türlerin belirlenmesinde neden bu kadar şekilci ve dar bir çerçeveye yer verildiğidir.
Ortaöğretim ve lise çağlarında sadece hikaye , roman ve şiir mi yer almalıdır. Edebi kaygıyla neden araştırma kitaplarına yer verilmemektedir. Reşat Nuri Güntekin’n “ Anadolu Notları “ güzeldir ama artık öyle bir Anadolu yoktur bu kitap gezi yazısı türü olarak tavsiye ediliyor ama bu değişken bir türdür bir film çekin ama Charlie Chaplin filmleri gibi olsun demektir. Oysa Chaplin filmleri hem izlenebilir hem analiz edilebilir sinema okullarında da öğretilebilir ama artık Chaplin filmleri gibi film çekilmez çünkü değişmiştir teknik. Hala 1930 -40 tarzı gezi yazıları acaba ne tür bir gelişime ve ufka sebebiyet verebilir.Hatta liseye gelen bir öğrenci eğer mahallesi kentsel dönüşüme falan uğradıysa ilkokulu okuduğu okulu bile bulamaz.Mesela benim okuduğum ilk okul şimdilerde ne ismen ne cismen var. Oysa bu türde oldukça iyi kitaplar var. Ülke olarak keşif ve tanıma bilincimizin azlığı da dikkate alındığında neden bu cezbedici kitaplar tavsiye edilmemektedir.
Sadece edebiyat değil mesela neden bir araştırma kitabı yok mesela Amerikalı yazar Stephen Kinzer’ın “ Şahın Bütün Adamları “ kitabı , İran petrol endüstrisinin millileşirme çabasının nasıl emperyal güçler tarafından nasıl boşa çıkarıldığı , abd istihbarat teşkilatlarının nasıl askeri darbeler , halk gösterileri planladığını vb oldukça akıcı dilde anlatan bir kitap yaşadığımız coğrafyayı iyi tanımak için öğrencilerin bu tarz kitaplar okuması gerekmez mi ?
Mesela neden ülkemizde başarılı olmuş iş adamlarının çoğunun anı ve tavsiye kitapları var , okutulmaz. Vehbi Koç’un “ Vehbi Koç Anlatıyor “ , Sakıp Sabancı’nın “Başarı Şimdi Aslanın Ağzında “ gibi.Çünkü bu kişiler özel teşebbüsü , ticareti teşvik eden , tecrübelerini paylaşan kimseler , neden okullarımızda teşebbüs , ticaret , ekonomi zihinlerde yer almaz , işadamları , sanayiciler , tüccarlar idealize edilmez.
Öğrencilerimize tavsiye edilen kitaplar içinde ülkemiz kültürün derinlemesine kavratabilecek herhangi bir kitap yoktur.Emine Işınsu’nun Hacı Bayram-ı Veli’yi anlattığı “ Bayram “ , Niyazi Mısri’yi anlatan “Bukağı “ romanı gibi romanlar okutulmuyor.Yunus Emre’den Seçmeler , Mesnevi’den Seçmeler adlı bir takım basitleştirilmiş eserler maalesef ne bir Yunus ne bir Mevlana sevgisi ve ilgisi uyandırmaktadır.
Biyografik eserler okutulmamaktadır. Çevresel felaketlere değinen herhangi bir tavsiye kitap yoktur. Deprem kuşağında yer alan ülkemizde depremlerle ilgili farkındalık oluşturabilecek bir eser okuma listesinde yok. Hayvan Sevgisi , hayvan beseleme ile ilgili bir tavsiye kitap yok. Sağlıklı beslenme konusunda bir tavsiye kitap yok. Düşünme becerileri ile ilgili bir kitap yok.Sivil savunma ile ilgili bir kitap yok. İbn-i Sina der geçeriz , Mimar Sinan der geçeriz bu kişileri ve yaptıklarını kavratacak herhangi bir tavsiye eser yok. Dini ve ahlaki eserler olmalıdır.Felsefe içerikli eserler olmalıdır.
Dünyayı tanıtan herhangi bir tavsiye kitapta yok , Fransa’yı “ Sefiller “ romanından Rusya’yı “Suç ve Ceza “ romanından öğrenemeyiz. Sadece batı klasiklerine odaklanmakta yanlıştır uzak doğu edebiyatından , İslam ülkelerinden hatta Afrika’dan bile yazarların eserleri okunmalıdır.
Düşündürücü , kıyaslayıcı , farkındalık oluşturucu , sorgulayıcı kitaplar farklı türden kitaplar tavsiye edilmelidir bu kitaplar asla sıkıcı olmamalıdır bu kitaplarda popüler olabilir , roman , hikaye vb olabilir yeter ki gençlerimizin zihin ve düşünme dünyasının gelişmesine katkı sağlasın. Yoksa bu çağlarda hele kitap okumayı seven çocuklara tüm batı ve ülkemiz klasiklerini okutmak çok da faydalı değildir.Yine bu klasik eserler yanında piyasaya sürülmüş ucuz ve niteliksiz kitaplarda ayrı bir derttir. Son yıllarda fantastik kitaplarda rağbet görmekte bu kitaplarda herhangi bir bilinç ve bilgi kazandırmamaktadır. Fakat bilhassa eğitimciler vb den kaynaklanmak üzere ülkemizde bu eserler yönünden kısır döngü devam etmekte ve gerçek bir dönüşüm sağlanamamaktadır.Oldukça uzun ve verimli olan eğitim çağı plansızlıklar nedeniyle heba edilmektedir. Okumalar yoluyla elde edilebilecek bir fırsat varken değerlendirilmemektedir. Bazı zamanlar kitap listesi değişmekte olup esas amaç liste değiştirmek değil kitapların okutulma amacının değiştirilmesi gerekmektedir. Keşke lise çağlarında pek çok gencimiz eleştirel bir düşünme , kıyaslama becerisi kazanabilse farklı yazar ve görüş ve fikirleri kıyaslayabilse. Bu şekilde bir gelişim olduğunda medyanın propagandasından , yanıltmalardan daha az etkilenir bir takım çalışmaların gerçek amaçlarını daha iyi sezinleyebilir.
Mesela anlaşılmıştır diye düşünüyorum konuyu şu şekilde de bağlayalım , muhafazakar görüşlere sahibiz diye devamlı dini – ahlaki kitaplar , seküler görüşe sahibiz diye bu yönde kitaplar tavsiye etmek gibi ideolojik körlüğe sebebiyet verecek davranışlardan da uzak durmalıyız Kimse sadece Necip Fazıl okuyarak kendini geliştiremez veya sadece Nazım Hikmet okuyarak. Bilhassa öğrencilerin okuduğu kitapları daha çeşitlendirmeye ve geliştirmeye çalışmalıyız bu konuda kamuoyu oluşturmalıyız. 01.11.2018
Mehmet Emin Başalp