SIĞINTILAR SAVAŞI

SIĞINTILAR SAVAŞI

Anadolu ve İran topraklarına hakim olan devletler arasında , ülke menfaatlerinin çatışması sebebiyle zaman savaşlar çıkmıştır. Bu devletler birbirlerine karşı zaman zaman askeri başarı kazansa da topraklarının tamamı  üzerinde bir hakimiyet kuramamışlardır. Bu ülkeler arasında doğrudan menfaat uyuşmazlığı yaşansa da genelde daha küçük güç odakları bu işleri tahrik etmiş , bu ülkelere karşılıklı sığınmış ve doğru ifade etmek gerekirse sığıntıların savaşları yaşanmıştır.Çok eskiye gitmemek üzere örnekler üzerinden tarihe bir bakalım.

Fatih Sultan Mehmet zamanında Tebriz merkezli  Türk ve Oğuz boyundan  Akkoyunlu Devleti arasında Doğu Anadolu toprakları için güç mücadelesi yaşanırken , Otlukbeli savaşına sebep , Karamanoğlu Beyliği için çekişen kardeşlerin arkalarına bu ülkeleri alması , bu ülkelere sığınması ve tahrik politikası gütmesidir.Osmanlı Devleti’nin Akkoyunlu Devletine karşı galip gelmesi Anadolu hakimiyetini güçlendirmiş fakat İran topraklarına doğru bir yayılım olmamıştır.

Yine İran topraklarına hakim olan Timur ile Osmanlı Devleti arasında nüfuz mücadelesi varken , Anadolu Beyliklerinden bir kısmı Timur’a sığınmış , bir kısmı Osmanlı Devleti’ne sığınmış ve tahrik politikası gütmüştür. Osmanlı Devletini fetret dönemine sokacak kadar ağır sonuçları olan savaşa rağmen Timurlular , Anadolu topraklarında kalıcı bir hakimiyet kuramamıştır.

Yavuz Sultan Selim Han zamanında ise İran’a hakim olan Savefiler arasında bu sefer nüfuz mücadelesi mezhep anlamında da hız kazanmış neticede Osmanlı lehine uzun yıllar belirleyici olan Çaldıran Savaşı’na sebep olan hususlarda  bizzat hanedan üyelerinin dahi karşılıklı sığındığı , bölgedeki bey ve valilerin kışkırtıcı tutumları ve tahrik politikaları etkili olmuştur.

Çaldıran Savaşı sonrasında ise bölgede toprak mücadelesi yaşanmış olsa da en son 1639 tarihli Kasr-ı Şirin antlaşması ile sınır ve nüfuz bölgesi düzenlenmiş ve çatışmasızlık ortamına girilmiştir.Nitekim Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarını düzenleyen en eski antlaşmanın Kasr-ı Şirin Antlaşması olması ise önemli bir husustur.

Bu süreç içerisinde Anadolu ve Acem ülkeleri arasında kültür iletişimi devam etmiştir.Osmanlı’da bu topraklara karşı devlet mücadele içindeyken başta devlet kademesinde  Farsça kullanımı ve öğrenimi yaygın bir dil olmuştur.İran topraklarında ise Türk kökenli hanedanlar yüzyıllarca bu toprakları yönetmiştir.Fakat ne aynı milletten olmak ne aynı dili konuşmak sıcak bir dostluğun kurulmasına müsaade etmemiş , inanç farklılığı , mesafeli duruş yakınlığa engel teşkil etmiştir. Fakat her iki ülkede büyük devlet gibi düşünüp reel politikalar uyguladığında çatışmamış fakat kendi küçük menfaatleri zedelenen sığıntılar ise zaman zaman gerginleşen ortamda kıvılcımın yakılmasında rol oynamışlardır.

Bugün yine iran topraklarına hakim İran devleti ile Anadolu topraklarına hakim Türkiye Cumhuriyeti arasında menfaat çatışması ve nüfuz mücadelesi vardır.Fakat yine her iki ülkeye de sığınan sığıntılar , şimdilerde mezhepçi temelli gündemlerle tahrik politikası gütmekteler.

Irak’ta işgal sonrası iç çekişme yaşanmakta , Irak’ta menfaati zedelenen siyasetçi Sünni ise Türkiye’ye sığınmakta , Şii ise İran’a sığınmaktadır. Suriye’de Suriye muhalefeti Türkiye’ye sığınmakta , Suriye rejimi İran’a sığınmaktadır. Şöyle bir yanlış anlaşılma olmasın burada sığınma siyasiler arasında siyaseten sığınmadır.Yoksa zor durumda insanların sığınması , insan hakları ihlalleri , siyaseten hapis ve idamlar , sürgünler , katliamlar gibi sığınmayı meşru kılan ve insani yardım hususlarını kasdetmiyorum.İnsanların zulme karşı seslerini çıkarmaları da bir tahrik değil mazlumun feryadıdır.Bu hususta herhangi bir şüphe yoktur.

Bu siyasetçi sığıntılar yine tahrik politikalarıyla içerde kendilerine destekçi bulma konusunda yalnızda değillerdir. Nitekim Türkiye ve İran ne karşılıklı restleşmiş ne de askeri anlamda karşı karşıya gelmiş de değildir.Büyük devlet aklı , diplomasi tecrübesi , devlet geleneği , Ortadoğu’nun bin parçalı yapısından , Sun’i devletlerinden çok çok daha tecrübelidir. Lakin vatandaş bu sığıntıların sözleriyle konuşmaya başlarsa bu iç kamuoyunu ilgilendirmekle birlikte idareye de sirayet edebilir.Esas tehlikeli olan hususta budur.

Vatandaş bu sığıntıların sözlerinden niye bu kadar etkilenir birazda bu hususun üzerinde duralım.Coğrafya kaderdir.Milliyet kaderdir.İnançlarımız kaderdir. Tarih kaderdir. Bu hususları yok sayamayız. Şöyle bir örnek verelim. Bugün İran devleti dini lideri Türk asıllıdır , Türkçe’yi konuşabilmekte ve anlayabilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti lideri de Türk asıllıdır , Türkçe konuşur ve anlar. Yine ekstrem bir örnek olsun diye veriyorum Moldovya’da bulunan Gagavuz Özerk Cumhuriyeti lideri de Türkçe konuşmaktadır. Her üçü de Oğuz lehçesi konuştuğundan bir birlerini rahat şekilde anlayacak pozisyondadırlar.Hal böyle iken her üçü açısından aynı millet ve aynı dili konuşmaları aynı dünya görüşünü paylaştıklarını ve aynı dünya görüşü üzerine birlikte mücadele verdiklerini söylememize engel olmaktadır. Nedir engeller coğrafya , tarih , din , inanç. Aynı milletten olmak bazen aynı yakınlığı vermez.

Türkiyeli bir Türk , İran Azerisi ve bir Gagavuz arasındaki yakınlıktan , Bir Türkiyeli Türk, Somalili , Pakistanlı ve bir Boşnak arasındaki yakınlık kat be kat fazladır . Bir Kırım Tatarı , bir Çerkez ve bir Türkiyeli neden bu ülkede daha kaynaşıktır. Kahire , Bağdat , Şam bize yakınken Tahran niye uzaktır. Bu hususlar bilinirse  bölgede sığıntıların tahrikleri niye etkili oluyor acaba diye çok düşünmeyiz.İnançlarımız çok çok çok önemlidir. İnanç yakınlığı başka bir yakınlıktır.

Ayrıca gerek İran toprakları gerek Anadolu toprakları farklı etnik , dini ve mezhepten insana ev sahipliği yaparken her iki ülkenin temel dinamiklerinde farklılık vardır.Anadolu farklılıklarıyla büyürken , İran kapanıklığı ile kendini koruyabilir.Nitekim Anadolu topraklarına milyonlarca mazlum insan göç ederken ,İran’a göç yaşanmaz.İran farklılığı ile yaşam alanı bulurken , Anadolu farklılıkları ile yaşam alanı bulur.İran küçüklüğünü korursa var olur ,Türkiye büyüklüğünü korursa var olur. Bu iki ülkede bu özelliklerinin farkındadır.İran’ı İran , Türkiye’yi Türkiye gibi düşünmek gerekir.Bu ülkeleri olduğundan farklı politikalar güdecekmiş gibi hayal edersek hayal kırıklığı yaşarız.İran’dan birlik ve beraberlik politikası beklenmemelidir ,İran’a bu misyon yüklenirse veya bu misyona inanırsa işte bugünkü durum ortaya çıkar , birlik ve beraberlik algısı nüfuzunu artıracak kendi ile benzer yandaşlar ile ittifak arayışına döner.İran sakin şekilde kendi çerçevesi içerisinde kalmalıdır.İran’a saldırmak , İran’a sırt çevirmek , İran’ı aşağılamak ise ümmete zarar verir.Türkiye ise birlik ve beraberlik politikası gütmelidir.Türkiye ise aksini yaparsa kendine ve ümmete zarar verir.Türkiye kucaklar , Türkiye yaşatır , Türkiye öncüdür.Türkiye küffara karşı mücadele içindedir.Bu realiteleri göz önüne alarak İran’ı değerlendirelim ve yaklaşalım.İran’ı olduğundan farklı göstermeye çalışmayalım veya inanmayalım.

Efendim halklar arasında bu çekişmeyi inancımız mı artırıyor.Hayır inancımız birlik ve beraberliği emrediyor.Müslümanlar tek millettir.İnancımız fitne ve fesadı da emretmemektedir.Fitne çıkarmayı öldürmekten daha kötü görmektedir. Dinimiz mazlumun yanında olmayı , Hak ve Adaletin emrinde olmayı , menfaatimizin vicdanımıza galip gelmemesini emretmektedir.  İtidalli olunursa , sorunlar çözülür. Olgunluk insanlık için geçerli ise milletler ve devletler içinde geçerlidir.

Bölgede sığıntılar yeniden fitne peşindeyse o zaman devlet aklı , tecrübesi ve büyük devlet olma bilinci bu iki ülke açısından çok daha önemlidir.Siyasiler , mütefekkirler , münevverler , gazeteci , yazarlar , çizerler ve başta ulema  büyük bir medeniyetin ve devletin bir ferdiymiş gibi konuşmalıdır.

Bu esnada da en önemli husus Hakk’ı incitmemektir.  En önemli husus adaleti incitmemektir. En önemli husus mazlumu  incitmemektir. En önemli husus zulme taraf olmaktan kaçınmaktır.  Çünkü bazen tek kişi olsan da mücadele gerekebilir.Çünkü Hak olan hususun mücadelesini yapmak ile sulhü bozmayı aynı kefeye koyarsak yanlış içinde de olabiliriz. O zaman Hak susmuş olup menfaatin ve yanlışın devamı sağlanır. Bangladeş’te siyasi idamlar yaşanırken burada feryad edip , İran’ın zulmüne susulursa olmaz.Suudi Arabistan’daki bir siyasi idama susulursa olmaz. O zaman adalet incinir.  Halepte zulüm varsa susmak olmaz , dahli olanı eleştirmek fitneye sebep olmak değildir.Usulünce , üslubunca konuları değerlendirmek zenginliktir. Duygularımız yokmuş gibi davranmayı bekleyemeyiz.Düğün evinde gelenler oynayacak , ölü evinde gelenler ağlayacaktır. Metanet, ve ölçülülük idarecileredir.Sonuç olarak akıl ve duygu dengesine hitap edilmelidir.Sadece bir tarafa değil. 19.12.2016

 

Mehmet Emin Başalp

 

 

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir