GAZETE VE GAZETECİLİK

Ülke sathında kaç gazete yayın yapıyor bilmiyordum , internet üzerinden tiraj bilgilerine baktığımda 20 küsur gazete gördüm ve tirajlarda bir hayli düşmüş.

Bu gazeteler nelerdir şöyle bir bakalım ?

Hürriyet , Sabah , Sözcü ,Milliyet , Posta , Türkiye bu gazeteler 100.000 tirajın üzerinde , Akşam , Takvim , Yeni Şafak ,Yeni Akit ,Fanatik ,Karar ,Korkusuz , Yeni Asır ,Milat , Yeni Birlik ,Analiz ise 50.000 tirajın üzerinde gazeteler  , diğer gazeteler ise Yeniçağ , Türkgün,Fotomaç,Cumhuriyet ,Milli Gazete ,Diriliş Postası ,Doğru Haber ve Birgün.

Bu yazıyı yazarken ismini duymadığım tek gazete Yeni Birlik’ti.Yazar kadrosuna baktığımda Avni Özgürel , İlnur Çevik gibi isimler var ama onlarda uzun zamandır yazmamışlar diğer yazarlarını da tanıyamadım.

Tabii burada Türkiye’nin Osmanlı’dan beri süregelen gazetecilik serüvenini izah edecek değilim tabii ki aslında benim en zevkle okuduğum ve beğendiğim dönem keskin kalemli Bab-ı Ali gazetecileridir ama artık ne o devir vardır ne öyle gazeteciler vardır.

Gazeteciliğin şimdi dijitale kaydığı ifade ediliyor bu bir sorun değil gazeteyi basılı şekilde veya internet sitesi üzerinden okumak devrin getirdiği bir değişiklik fakat içerik anlamında ciddi bir fakirlik var.Gazeteleri habercilik anlamında değil de köşe yazarları konusunda bir tenkide tabii tutacağım.İşin esası bugün şu yazarı okuyacağım diyebileceğim pek kimse yok kimsenin de öyle olduğunu zannetmiyorum işte kerhen okunan yazarlar var kanaatimce.

Yukarıda saydığım gazetelerin içinde şuan en tanınır gazeteciler kimler onlara da şöyle biraz detaylı  bakalım.

Kıdemli yazarlardan sayılır ve bana göre şuan en kıvrak dili yine kullanan o , Sabah’tan Engin Ardıç fakat yinede kalıcı nitelikte bir yazısı yok. Yine Sabah’ta eskilerden Hıncal Uluç var onunda kalemi kuvvetlidir spor ve magazin yazılarında keskinliğini koruyor.Arada bir gülümseyerek acaba Demirel ile ilgili bir anekdot var mı diye Sabah’tan Yavuz Donat’ı açarım oda yine bir şehre gidip biriyle görüşmüştür onlardan bahseder.Eskilerden meşhur bir yazar Mehmet Barlas var yazılarında zengin bir fıkra koleksiyonu vardı epey literatürüme katmışımdır ama onu da uzun yıllardır hiç okumuyorum gazetede son yıllarda çeşitli yazıları ile gündem olmuş tanınan genç kuşaktan yazar ise Hilal Kaplan.

Hürriyet’te kim var nadir köşe yazısı okuyorum ama okuduklarımdan Ahmet Hakan var.Bu gazete ile özdeşleşmiş Ertuğrul Özkök yazmayı bıraktı.Sedat Ergin genelde siyasi yazılar yazardı ama oda  pek o konulara girmeden analizler yapıyor şu aralar, Abdülkadir Selvi genelde parti sözcüsü kıvamında yazıları var bir diğer ünlü yazar ise Nedim Şener. Tabii ben Hürriyet’ten , Kelebek yazarlarından Onur Baştürk’ü okurum hiç bilmediğim , görmediğim İstanbul gece hayatından haberim olur J

Sözcü’nün ünlü yazarı Yılmaz Özdil , işin gerçeği Sözcü’den özellikle okuduğum yazar yok ama Twitter gündemleri ile Emin Çölaşan’dan , Uğur Dündar’a ,Saygı Öztürk’ten , Soner Yalçın’a yazıları önüme düşüyor , Soner Yalçın’ın hikayeleştirme gücü ile okutucu bir yazı tarzı vardır.Aslında Sözcü’de yazı yazan en ünlü yazar Rahmi Turan’dır.Meşhur Kara Murat film serisinin filan yazarıdır.Rahmi Turan artık az kalmış mizahi , edebi gazete yazarlarının son temsilcilerinden sayılır fakat şimdilik öyle pek keyifli okunabilir yazıları yok açıkçası.

Milliyet’e baktım eskilerden bir Güneri Cıvaoğlu var fakat oda artık pek gündeme gelen bir gazeteci değil.Posta genelde güçlü yazar kadrosu olan bir gazete değildi  senelerdir  ,eskilerden Rauf Tamer yazıyor ama ne yazıyor hakikaten  bilmiyorum.

Baskılı yayında değil ama Habertürk internet gazeteciliğinde güçlü. Fatih Altaylı , görüşleri bana hitap etmez , tarzını da sevmem ama bence şuan köşe yazarları içerisinde en etkin , en farklı konuları yazan gazeteci , gündem olmayı ve okunmayı başarıyor biraz gazeteci böyle olmalıdır.Yine bu gazeteden Murat Bardakçı’yı okurum tarihi , biyografik yazıları ile genel itibariyle bir çok yazardan ayrılan bir gazeteci ama onunda eskiye göre kaleminin keskinliği azalmış halde.Habertürk’te keyif aldığım yazarlardan biri genelde gündem dışı edebi şeyler yazan Muhsin Kızılkaya.

Türkiye Gazetesi’ni işin açıkçası uzun zamandır okumuyorum ama bilindik yazarları Cem Küçük ile Fuat Uğur.Türkiye Gazetesi bence tiraj başarısı olan bir gazete onu ifade edeyim.

Takvim Gazetesinde genelde acaba yine ne acayip olaylar olmuş Kraliçenin adamları ile paranın baronları neyin kavgasını veriyor diye gülümseyerek baktığım ama uzun zamandır bakmadığım Ergün Diler var  , Akşam Gazetesi’ni de okumuyorum hiç ama oradan da bilindik Turgay Güler ile Emin Pazarcı var.

Gelelim Yeni Şafak ve Yeni Akit’e tabii bu gazeteler benim çok okuduğum gazetelerdir tabii yayın çizgilerini titizlikle takip ederim.Maalesef Yeni Şafak hayli zayıfladı , zengin yazar kadrosu dağıldı. Okuduğum yazarlar olduğu için bende bir sıkıcılık mı oluşturdu anlamadım ama İbrahim Karagül’ün kaç yüz kez yazdığı , dünya savaşı ve Yusuf Kaplan’ın medeniyet tasavvuru konulu yazılarını artık okuyamıyorum. Mustafa Kutlu , Süleyman Seyfi Öğün , Fatma Barbarosoğlu , Ömer Lekesiz arada okuduğum gündem dışı yazıları ile yine emsali gazetelere göre kalite çizgisi yüksek diyebilirim .

Yeni Akit’in tabii en meşhur yazarı , muhafazakar camianın da en bilindik gazetecilerinden Abdurrahman Dilipak , ben Dilipak’ın tutarsızlıklarını en az 20 yıl önceden keşfetmiştim maalesef giderek ne kadar marjinal düşünce var onun savunucusu oldu bazı yazılarını artık sırf şaşırmak için okuyorum.Gazetede genellikle şaşırtan , polemik oluşturan bir yazar kitlesi vardır  ama içeriği kaliteli yazı yazan açıkçası pek yok.

Karar Gazetesi yazarlarının büyük çoğunluğunu tanıyorum tabii eskiden farklı gazetelerde iken bir muhalefet motivasyonu ile bir araya toplandılar.Yazarlığı iyi olan kabiliyetli olanlar vardır ama bu muhalif bakış açısı ile yazı içerikleri bana göre ciddi anlamda zayıfladı ve zorlama hale geldi.Tabii yazarlardan Taha Akyol , Ahmet Taşgetiren , Mehmet Ocaktan , İsmet Berkan , Akif Beki , Elif Çakır , Mustafa Karaalioğlu , Yıldıray Oğur , Hakan Albayrak bilinen yazarlardır bu yazarlardan arada yine tek tük baktığım Taha Akyol’dur.

Yeni Asır ,Milat , Yeni Birlik ,Analiz hiç okuduğum gazeteler değildir sadece eski Akit şimdi Milat’ta yazan Serdar Arsever’i arada okuyorum diğer yazarlarını da hiç tanımıyorum.

Yeniçağ , Türkgün,Fotomaç,Cumhuriyet ,Milli Gazete ,Diriliş Postası ,Doğru Haber ve Birgün.

Yeni Çağ’da okuduğum bir gazete değildir ama genelde pek tutmayan siyasi analizler yapan Arslan Bulut ve Ahmet Takan’ı bilirim ama galiba Ahmet Takan’da uzun zamandır yazmıyor yazıyı yazarken şöyle bir baktım.

Türkgün’de okuduğum bir gazete değil  sadece  Yıldıray Çiçek’i biliyorum.

Cumhuriyet’te hiç okuduğum bir gazete değildir ama uç sol muhalefetin buluşma noktası gibi olmuştur Mustafa Balbay , Emre Kongar gibi yazarları bilinir ama mesela Ali Sirmen gibi eski yazarları artık hiç gündem olamıyor tirajıda hayli düşmüş durumda.

Milli Gazete’nin bana göre yayın çizgisi değişti vefat etmeden rahmetli Mehmet Şevket Eygi’yi okurdum.Arada Adnan Öksüz’ü okurum tabii muhafazakar camiada geçmişte bilinen İsmail Kıllıoğlu , Ekrem Şama filanda artık pek gündeme gelecek şekilde yazılar yazmıyor.Sıkça Facebook vb gibi yerlerde dini hamasi yazılarını gördüğüm ilahiyatçı Abdülaziz Kıranşal’da burada yazıyor.

Doğru Haber de Hüda –Par çizgisine yakın bir gazete galiba hiç okumadım ve bilmiyorum.Birgün ise uç sol bir gazete , okumuyorum ama önüme genelde dini tartışma haberleri ile bir şekilde düşüyor , gazete işin gerçeği ülke gerçekliğinden ciddi oranda kopuk ve din ile dindar takıntısı olan bir gazete , yazarlarından belki Zafer Arapkirli daha tanıdıktır.

Bunca köşe yazarına rağmen sizde okuduğunuzda fark etmişsinizdir , muazzam yazıyor denilebilecek hiçbir köşe yazarı yoktur.Görüşlerine katılınır veya katılınmaz bir Hasan Pulur ayarında yazı yazan kalmamıştır.

Yılların Fehmi Koru’su , Murat Yetkin’i , Ruşen Çakır’ı filanda gazetelerden ayrıldılar , bir yığın analizci , ekonomist , dış politika vb gibi konularda , anlaşılmaz , tutarsız şeyler yazan yazarlar türedi. Ama tabiri caizse kumaşlarında muharrirlik olmadığı için okunması asla keyif vermiyor. Gündüz Vassaf veya bu tip yazarlar genelde Radikal Gazetesinde vardı aykırı , şaşırtıcı yazılar yazan yazarlarda kalmadı.

Tabii bilhassa gazete hayatımızdan çıktığı kadar Twitter hayatımıza girdi , Twitter’da bilgi selleri vb ile gerçekten hayli yetenekli kimi moda tabirle trol isim kullanan falan kişiler var , kalemleri yukarıda zikredilen yazarlardan hayli kuvvetli kişiler var , keşke bu kişiler , bu kişilerin yerine köşe yazarı olsa diyorum bazen hiç olmazsa daha iyi şeyler çıkabilir.

Bu köşe yazarlığı ve bu gazete türleri nereye gider bilmiyorum ama çok uzak olmayan bir zamanda bu yazarların hiç birinin yazarlığa devam edeceğini sanmıyorum , büyük bir değişim mecburen olacaktır , burada daha kötü yazarlar yerine daha yetenekli yazarların oluşturacağı bir kadro gelmelidir. Birde bu gazete mantığı değişmeli bunu birazda okurlar sağlamalıdır , gazete işi pahalı hale gelmiş , şartlar zorlaşmış olabilir ama şartların değişmesi içinde yenilikler ve rağbet icat etmek gerekir.Gazeteciliğin doğasında da bunun olduğunu düşünüyorum.Gazete sahipleri bence köşe yazarları konusunda ciddi bir değişime gitmelidirler , sonra başta editörler olmak üzere gazetelerin yazı ve haber dilleri güncellenmelidir.

Bu yazının yazıldığı 17.02.2022 tarihi itibariyle şöyle gazete manşetlerine bir bakalım.

Hürriyet : Elektrikte 4 Adım

Sabah : Elektrik Tarifelerini Düşüreceğiz

Sözcü : Utanmadan Çıkıp Kadınların Yastık Altındaki Altınlarına Göz Dikiyorsunuz

Cumhuriyet : Faturalardaki “ gizli “ Yük

Türkiye : Bu Ne Hal

Yeni şafak : Raflar 1 – 2 Ay İçinde Düzelecek

Karar : Böyle “ Uyum “ Olur Mu

Akşam : Elektrikte Yeni Tarife

Milliyet : 16 Yaşında Çocuktu

Akit : Zillet , 28 Şubat’ı Hortlatma Derdinde

Türkgün : Bunlardan Bir şey Çıkmaz

Yeniçağ : Zamları Ben mi Yaptım Kardeşim

Posta : Her Tarafı Ayrı Dram

Milli Gazete : O Masaya Milletin Dertleri Yatırıldı

Yeni Birlik : Türkiye’nin Önemi Arttı

Milat : Seçenek Çok

Takvim : Elektrik –Doğalgaza Fiyat Ayarı

Birgün : Faturalardaki Saadet Zinciri

Diriliş Postası : Sizi İlgilendirmez anlamına gelen herhalde Almanca bir manşet

Görüldüğü üzere tümü başarısız manşetler , sözlü olarak duyulan bir şeyi , dinleme ihtimali yüksek olan konuları manşete taşımak anlamsız.Tabii ki Sayın Cumhurbaşkanı’nın elektrik tarifesinde indirim müjdeleri genel anlamda izlenmek suretiyle öğrenildi. Cinayet , katliam vb gibi hadiselerinde manşetten verilmesini doğru bulmuyorum.

Ben olsam kaçak elektrik oranları , nükleer enerjiyi gündem getirirdim illa elektrikle ilgili haberler verilecekse gibi çünkü maalesef nükleer santrale geçemedik , gelişmeleri halk yeterince takip edemiyor çünkü bu tarz haberler gazetelerden takip edilebilir.Nitekim Sinop inşaatı bildiğim kadarıyla masraf artışlarından durmuştu.

Manşet bence ilgi çekmelidir. Köşe yazarları okunur olmalıdır.Araştırma dosyaları mutlaka gazetelerde olmalıdır.Tefrika türü edebi türler gazetelere yeniden girmelidir. Bu moda edilebilir , yetenekli edebiyatçılar içinde okunma fırsatı olur.Bugün nasıl yeniden Kars’a giden tren yeniden moda oluyorsa tefrika roman neden moda olmasın yani tefrika diyince kafamızda artık Ahmet Mithat Efendi’nin tefrikaları gelmesin , ben okuduğumda mesela şaşırmıştım Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nun , Kara Davut adlı herhalde Cumhuriyet döneminde Osmanlı konulu ilk tefrika imiş Fatih Sultan Mehmet’e tokat attırılması hadisesi nedeniyle insanların gazeteyi protesto etmesi gibi. Bugünde ilgi çekici konular bulunabilir.

Bir diğer husus gazetelerde ropörtaj artık pek yer almıyor , gazete demek başarılı ropörtajlar , okunacak , şaşırtıcı ropörtajlar yapmak gerekir.Eski siyasiler yeni siyasiler , sanatçılar , diplomatlar , işadamları vb oldukça zengin ropörtaj konukları ortaya çıkar.

Söyleyecek söz çok ama benim gördüğüm gazeteciliğin esaslı bir değişim ve yenilenmeye ihtiyaç duyduğu zira mevcut durum günü idare eden ve günden güne gerileyen bir durum bir süre sonra bu halin taşınmayacağı açık 17.02.2022 tarihinde yazılmıştır.

 

Mehmet Emin Başalp

 

 

TÜRKİYE RİSKLER VE GELİŞMELER

2022 Yılı ülkemiz için ekonomik riskler , beklentiler ve gelişmeler yılı olarak ilginç bir yıl olacak.Kovid pandemisi ardından Ukrayna’daki gelişmeler nedeniyle bilhassa dünyada yeniden siyasi ve ekonomik tansiyon yükseldi.

Burada belki bir çok defa yazmıştım eğer kovid yapay bir virüs ise bunun amacı dünyada siyasi ve ekonomik bir değişimdir diye yine mevcut gelişmeler ile dünyada ekonomik ve siyasi değişimler yaşanması için adımlar atıldığı bir vakıa.Bu günümüzde olan bir şey değil bu dünyada her zaman olan bir şey bu dünyanın düzeni böyle fırsatlara gözü açık , tehditlere tedbirli olmak sadece bireylere değil devlet ve hükümetlere de gerekli.

Türkiye olarak pandemi sürecine gelmeden önce bir darbe girişimi atlattık , aynı zamanda Suriye’de yaşanan iç savaş nedeniyle ülkemizin terör tehdinin ve sınır güvenliğinin ciddi riske girmesi nedeniyle askeri operasyonlar yapmak mecburiyetinde kaldık. Ülkemize ciddi sayıda sığınmacı geldi.

Batı bloğunun Türkiye’ye karşı ekonomik anlamda bir takım finansal operasyonlarının ardından Trump döneminde yaptırımlar , pandemi dönemi gelişmeleri ve çevremizde yer alan terör tehdidi vb bütçe maliyetlerini  artırırken ekonomik anlamda sıkıntılar baş göstermeye başladı.

Ekonomik anlamda görülen en büyük sıkıntı döviz kurlarının yükselmesi ve ardından enflasyonun hızlı bir tırmanışa geçmesi oldu. Bilhassa kira , gıda ve enerji fiyatlarında artış geniş halk kitleleri açısından ciddi anlamda zorlayıcı olmaya başladı.

Türkiye’nin ihracat odaklı büyümeye yönelik strateji ortaya koyması ile cari açığı kapatmayı hedeflemektedir.

Türkiye’nin önünde dünyada yaşanan sıkıntılar nedeniyle enerji ve gıda fiyatlarında yaşanacak artışlar nedeniyle enflasyon ve tedarik sorunu yaşanacak alanlar bulunmaktadır.Türkiye ithalat istememekle birlikte ithalatta zorlaşmaktadır.

Türkiye’nin ihracatını artırabilmesi için bilhassa Ortadoğu bölgesinde politik ilişkilerimizin iyi olmadığı ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesi gerekmektedir.Mesela Mısır bu konuda ilk sırayı alabilir.Mısır küçük bir Afrika ülkesi değil aksine nüfusu 100 milyonu aşan bir ülkedir.

Avrupa ülkelerine de ihracatımızı artırmamız gerekmektedir bu aynı zamanda Avrupa ile de politik anlamda ilişkilerimizin geliştirilmesine bağlı.

İhracatımızı anlamlı şekilde yükseltmeliyiz ki ülkemizi büyütecek ve dünya ekonomisinde ön sıralara taşıyacak bir ivme kazandırmalıdır. Bu süreçler nedeniyle Türkiye’nin milli gelir ve ekonomik sıralamasında gerilemeler yaşaması muhtemel bu sarsıntıları atlatmak için çabuk toparlanmak zorundayız.

Gelelim enflasyonun iç piyasada yaşamı zorlaştırmasına , enflasyon başta fiyat istikrarını bozar ve yukarı yönlü fiyat artışları ile insanların alım gücünü düşürür. Alım gücünün düşmesi ile bazı sektörlerde de daralma yaşanacağı açıktır.

Enflasyon başta gıda fiyatları olmak üzere hane halkını zorlamaktadır. Enflasyonun etkilerini düşürmek en temel gaye olmalıdır.Ülkemizin geçtiği süreç itibariyle lüks denilebilecek bazı gelişmelerden feragat etmemiz olası ama ülkemizin üzerine bir yoksulluk gölgesi düşmemeli.Çünkü bu gölgenin şöyle bir özelliği vardır çalışır çabalarsın elde bir şey kalmaz , umudu ve neşeyi yok eder. Oysa ülkemizin umuda , hırsa , gelişmeye ihtiyacımız var.

Nüfusumuz genç , yaşlandığından şikayet ediyor ve artmasını istiyoruz eğer artmasını istiyorsak çocuklarımızı sağlıklı beslemek zorundayız sağlıklı beslenme için , et , süt , yumurta vb ürünlerin doğal ve kalitelilerine ulaşmak gerekir oysa enflasyon burada kaliteden de taviz vermeyi doğurur. Maalesef enflasyonun en üzücü taraflarından biri insanların kalitesiz ve sağlıksız ürünlere yönelmesidir.

Nüfusumuz genç ve teknoloji çağında teknolojik cihazlara ihtiyacı var bu cihazların ithal olması nedeniyle fiyatlarının aşırı artması erişimi kısacaktır.Bu bir süre beklemeye alınsa bile ihtiyaç şiddeti giderek artacaktır.Bilhassa bilgisayar üretimimizi artırmamız gerekiyor.

Ülkemizde giderek araba almakta enflasyon nedeniyle zorlaşmıştır.Bu konun belki aciliyeti diğer konular kadar yoksa da bu hususa da bir çözüm bulunmalıdır.

Maalesef ülkemizde bugün  kira sorunu vardır.Ülkemizde kırsalda ev , şehirde ev , tasarruf olarak ev , yazlık vb bir çok konut üretimi yapılıyor ama temel anlamda çözüme gitmiyoruz.Üretim maliyetlerinin artması ile insanlara daha küçük evlerin tavsiye edilmesini ben doğru bulmuyorum.İnsanımız geniş ve sağlıklı evlerde yaşamalıdır.Bu sorunu çözeceksek yapısal bir anlamda çözmeliyiz. Sağlıksız şehirleşmeye de son vermeliyiz. Klasik anlayışların dışına çıkmalıyız. Büyük şehirlere nüfus yığılmasını önlemeliyiz. Olaya yeni konut üretilmediği şeklinde bakmamalıyız.Fırsata çevrilecek bir konu varsa bu konuda önemli değişiklikler yapmaktır. Ucuz ve sağlıklı konut hamlesi gelmelidir.Bu bence planlama ile çözülebilecek ve kamu üzerine de yük getirmeyecek bir sistem olmalıdır. Kendi konutunu bir yıl içinde yapmayı taahhüt edene devlet tarafından arsa tahsisi yapılmalıdır. Arsa mülkiyeti ister devlette kalıp yıllık bir intifa bedeli ödenmesi sistemi de olabilir, ister taksitle konut sahibine satılmak üzere bir sistemde olabilir.Bu şekilde kişiler müstakil küçük bir bahçesi olabilecek sağlıklı konutlara kavuşabilirler.İllaki bu konutlar şehrin dışında olacaktır , şehre uzak olacaktır fakat hem kişinin konut ölçüsü ve maliyetini belirleyebilmesi hem de arsa yükü altına girmemesi nedeniyle cazip olup talep görecektir , ister betonarme , ister taş , ister çelik hatta isterse modernize edilmiş kerpiç yapılar bile yapabilir. Tabii bu konutlarda oturmak bir şart olacaktır.Hatta bu konuda sivil toplumla projeler yapılabilir , insanlar toplu şekilde projeler gerçekleştirebilir.

Ülkemiz tarım konusunda güçlü bir ülkedir herhangi bir problem yaşamaz ancak panik halinde problemler yaşanır.Onun için gıda konusunda sağduyu şart , fiyat artışlarından bahsetmiyorum bunlar gıda da inişli çıkışlı seyir izler fakat paniğe kapılmak  son derece tehlikelidir.O nedenle soğukkanlı olup bütçemizi iyi kullanmak ve israftan kaçınmak gerekiyor.Bugün gıdada en temel sorunumuz bana göre israftır.Refah toplumu olmak güçlü olmak anlamına gelmez esasında refah toplumları daha paniğe meyyal ve dayanıksızdır o nedenle kazancımız iyi olsa bile dengeli gıda tüketimi ve israftan kaçınmalıyız.Gıda da paylaşımcı olmalıyız bu hem dinin emridir hem de inanmayan varsa da ahlaki bir erdemdir.Gıda alışkanlıklarımızı sağlıklı olanlarla değiştirmeli ve gereksiz gıda israfından kaçınmalıyız.Bu konuda gerçekten hem kurumlar hem tüzel hem gerçek kişiler herkes hassas olmalıdır. Bu konunun istatistikleri var , Türkiye hiç iyi noktada değildir israf konusunda dünyada önde gelen ülkelerden biridir. Her yere kovid kurallarına uyun uyarıları asıldığı gibi israf uyarısı asılmalıdır. Lokantalarda servis alışkanlıkları değiştirilmelidir. Önümüze gelen yiyeceklerden parça parça alıp gerisi çöpe gitmemelidir. Bakınız fast food eleştirilir ama israf oranı düşüktür. Oysa bizim geleneksel bir takım yemek öncesi meze vb sunumları ile ciddi israf oluşmaktadır.

Toplu ulaşımın kaliteli ve kolay olması da gerekmektedir. Maalesef toplu ulaşımın cazip gelmeme nedenleri vardır.Toplu ulaşımda aşırı kalabalık olması , oturamama , yolcuların birbirlerine verdikleri rahatsızlıklar , saygısızlık gibi hususlar yanında uzun sürmesi , bekleme süreleri gibi dezavantajları olabilmektedir.Onun için daha iyi toplu ulaşım organizasyonları tasarlanmalıdır.Daha doğrusu insanlar şehir içinde uzun yolculuklar yapmamalıdır.Toplu ulaşımda 5 yıl 10 yıl 20 yıl geriye gittiğimizde bugüne ne değiştiği ne gelişim olduğu ölçülmelidir. Şimdi sadece otobüsün modelinin değişmesi bana göre tek başına bir gelişim değildir , yaygınlık , ulaşım rahatlığı , kalabalık olmaması gibi etkenlerde olmalıdır. Yolcuların bir birine saygısı artmalıdır bu konularda pek ölçümler yapıldığını düşünmüyorum hatta iç seferleri bilemiyorum ama mesela şehirlerarası otobüs yolculuklarında kalitenin düştüğünü , yolcu profilinin de problemli hale geldiğini gözlemleyebiliyorum.

Bunun ekonomi ile ne lakası var denebilir ama bence mutluluk açısından etkisi vardır.Şehirlerimizi bir kere temiz tutmalıyız.Şehirlerimizi güzelleştirmeliyiz , peyzajına önem vermeliyiz.Komşuluk , akrabalık ve hemşerilik bilincini geliştirecek programlar yapılmalı.İnsanların mutluğuna vesile olacak buluşmalar , festivaller yapılmalıdır.Çünkü herkes devamlı televizyon , sosyal medya gerginlik ve suç haberlerini okumak zorunda değildir moral ve motivasyonunda iyi olması gerekir. Bir takım ekonomik sorunlar varken bunların sırası mı denilmez aksine sırasıdır insanlar rahatlamalıdır.Çünkü enflasyonlu ortamda insanların kültür , eğlence burada eğlenceden kastım vur patlasın çal oynasın bir vurdumduymazlık değil ailesiyle , arkadaşlarıyla mutlu vakit geçirmesidir harcamaları düşer onun için parklar , kamu alanları ve kamunun desteği ile azalan bireysel harcamalar takviye edilmeli , çocuklar mutlu edilmelidir.

2022 yılının başta enflasyon nedeniyle zorlu bir yıl olacağı öngörülüyor o zaman bazı kararlar alalım.Moralimiz iyi olacak , paylaşımcı ve yardımsever olacağız , her alanda israftan kaçınacağız.Kamu ise insanların daha ucuz gıda , konut ve ulaşımı için projeler geliştirecek.Bunların kimi kısa kimi uzun vadede olabilir ama bir niyet ve hedef ortaya koyup çalışmaya başlamalıyız. İyi günler , kötü günler hiç biri kalıcı değil değişkendir , sünnetullah dediğimiz dünyanın düzeni böyledir etrafımız , şartlar değişebilir ama bizim niyet ve ilkelerimiz değişmemelidir.22.02.2022

 

 

Mehmet Emin Başalp

 

28 ŞUBAT YAKLAŞIRKEN HUKUÇULARIN ÜZERİNE DÜŞEN GÖREVLER

 

28 şubat zihniyeti

28 Şubat darbesinin bir yıl dönümü daha yaklaşırken  klasik darbecileri lanetliyoruz , demokrasiyi savunuyoruz gibi klişe sözler ve efendim şu oldu bu oldu gibi döneme ait mağduriyetleri sıralamak ancak , basın , yayın  ve siyasilerin sosyal medya hesaplarına konu olabilir.

Hukukçular açısından ise 28 şubat yaklaşırken ve geçmişte yapmamız gereken bir çok çalışma ve farkındalık  gerekirken bu görevlerimizi genelde ihmal ettik.

28 Şubat darbesi , askeriye içerisinde bir grubun ülkenin sivil kurumlarına baskı yapmak suretiyle ve kiminin de gönüllü işbirliği ile milletimize topyekun baskı kurması ve halkın seçme ve seçilme yoluyla kullandığı iradesini gerektiğinde uzaklaştırmak  gerektiğinde etkisizleştirmek üzerine bir rejim tasavvurudur.

28 şubat tek defaya mahsus bir darbe değil devam edegelmesi düşüncesiyle tasarlanmıştır. Halk başta dini inanç ve ibadetleri olmak üzere büyük bir baskı altına alınmış tüm ülkede kamu ve sivil kurum ve kişi eliyle bir dizayn ve baskı politikası kurulmuş , insanlar sindirilmiş ve en ufak eleştiri getirenler cezalandırılmıştır.

Aynı şeyi tekrar etmek olacak ama 28 şubat davası bir grup askeri yargılamış fakat herhangi bir sivil yargılama yapılmadığı gibi başta bu baskının oluşmasında en büyük payı olan medya organları bu işten paçayı sıyırmışlar ve çoğu bilindik isim bugün hala hak , hukuk , demokrasi dersi vermektedir.

28 Şubat’ta yaşananlar nedeniyle kimse ne devletine ne kurumlarına düşmanlık içerisinde olamaz bu baskıyı kimlerin yaptığı kimlerin göz yumduğu hangi dış mahfillerde tasarlandığı ve ülkemizi nereye götürdüğü de ayan beyan ortadadır o günden bugüne bu darbenin etkilerini bitirmek için uğraşan başta Sayın Cumhurbaşkanımıza çok teşekkür etmek gerekiyor bir çok insanın aksine en büyük ferasetle mücadele eden kişinin kendisi olduğunu düşünüyorum zira 28 Şubat darbesi anlayışı en ufak bir dirençsizliği istismar edecek anlayışa sahiptir ayrıca bu mücadele bir anda olmayıp tedrici şekilde gerçekleşebilmektedir bu konuda da azim ve sabır içinde olmak ve süreci yönetebilmek bir başarıdır.

28 Şubat yaklaşırken hukukçuların üzerine düşen görevler vardır ve nelerdir ?

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi bugün klasik manada bir başkanlık ve parlamenter sistem tartışması ile izah edilemez. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi bugün artık 28 Şubatvari baskı gruplarının ülkede seçilmişlerin iradesine müdahale edeceği ortamı ortadan kaldırmıştır. Nasıl kaldırmıştır ? artık cumhurbaşkanlığı makamı partilerin güç mücadelesinin ve vesayet kurumlarının oyuncağı olacak bir makam olmaktan çıkmış bağımsızlaşmıştır ve bizatihi milletin doğrudan seçimi ile olmaktadır. Efendim bu sistemle de cumhurbaşkanı olarak 28 şubat zihniyetinde biri seçildiğinde ne olacaktır ? Seçilemez çünkü kimse halka baskı yapacağı vaadiyle seçilemez ve gizleyip seçildiği takdirde de eninde sonunda o makamdan yine milletin iradesi ile gidecektir. Hukukçular olarak cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin bu yönünü millete anlatamadık.

Çoklu baro sistemi , bu nedense muhafazakar avukatlar tarafından da tenkide uğramış olsa da 28 Şubat döneminin baro ve barolar birliğinin , mağdur insanları veya savunmayı mı desteklediği yoksa yasakçı ve baskıcı uygulamaları mı desteklediği göz önüne alınırsa , böyle bir yasanın varlığı hak ve özgürlük temelli bakıldığında , hak ve özgürlüklerden yana avukatlar için her zaman ayrı bir teşkilatlanma kurulabileceği düşüncesini ve uygulamasını gösterdiği için 28 Şubat dönemi hukuksuzlukları karşısında savunulacak bir düzenlemedir fakat bu yönünü de topluma anlatmaktan çekindik.

Hukuk fakültelerinde ders müfredatının değişmesini sağlayamadık. Bugün 1990’lar ile 2022 Türkiyesi Hukuk fakültelerinde ne gibi ders müfredatı farkı vardır bazı ihtisas dallarını müstakil ders yapmak , spor hukuku , sigorta hukuku gibi hiçbir anlam ifade etmez. Hukuk fakültelerinde hukuk tarihi dersi var bu malum biraz İslam biraz Osmanlı uygulamalarından bahseden bir ders bu tamamıyla bir tarih dersidir oysa cumhuriyetin başından itibaren yaşanan hukuki değişimler , hukuk uygulamaları , darbeler tarihini hangi ders anlatmaktadır. Hangi kitapta Yassıada Mahkemesi’nin detaylı izahatı yapılmaktadır bu sadece siyasetin mi konusudur , hukukçuların hiç derdi değil midir ? Bir hukuk fakültesi öğrencisi “ sizi buraya tıkan irade böyle istiyor “ sözünü okuyacağı , duyacağı bir dersi neden almaz. 28 Şubat’ta yüksek yargı mensuplarının habire bir grup askerden brifing alması hangi hukuk usulünde vardır. Hukuk ve Ahlak , Hukuk ve Laiklik , İnsan Hakları dersleri var mıdır ? Siyasi Haklar diye bir ders var mıdır , Anayasa ve Kamu Hukuku derslerine sıkıştırılmış bir konudur. Bu konuda sadece muhafazakar değerler açısından değil hukuk anlamında dezavantajlı tüm gruplar ve konular bu derslerin konusu olabilir.Bir hukukçu ancak böyle siyasi iradenin engellenmesine , darbelere karşı olur aksi halde sinmek suretiyle bekler , pozisyon alır. Böyle hukukçu ahlakı olmaz.Bugün değil 28 Şubat darbesi 15 Temmuz askeri darbe girişiminden sonra barolar nasıl bir eğitim müfredatı oluşturdu ? Varsa görmek isterim.

28 şubat darbesi yaklaşırken hukukçular ülkemizde problemli mevzuatların değişmesi konusunda öncü olamadılar. Siyasiler tarafından epey bir yasal düzenleme ayıklandı ise de başta Anayasa olmak üzere gerekli hukuki düzenlemeler yapılmadı veya hukuki düzenlemeler kaldırılmadı.Bunun başta gelen tezahürü hala basın yayın yoluyla dini ayrımcılık ve dini tahkir hadiseleridir.Bu konuda daha öncede bir yazı yazdım TCK’da ki madde düzenlenmelidir.En önemli konu ise Anayasamızın tümüyle değişmesidir. İnançlara ve değerlerimize saygılı , ülkemizi tam bağımsız ve güçlü hale getirecek , her görüşten insanımızın hak ve hürriyetini koruyacak bir anayasa tasavvurunu topluma hukukçular anlatmıyorlar , çalışmıyorlar. Türkiye’nin son iki anayasası iki darbe döneminden sonra yapılmış anayasalardır.

28 Şubat demek bir yerde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve dinin toplum nezdinde konumu üzerinden de konuşulmalıdır.Diyanet İşleri Başkanlığı da her dönemde darbecilerin baskısına maruz kalan kurumların başında gelir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yönlendirmelerden kurtulabilmesi daha kuvvetli bir teşkilat olması , bağımsız bir kurum kültürünün gelişmesi konusunda da mesafe kaydedilmelidir.Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Anayasa’da belirtilen bir garabet olan laiklik ilkesi doğrultusunda bir çalışması veya laikliği yorumlaması gibi bir vazifesi olamaz.Anayasa’da yer alan laiklik ilkesi siyasi bir ilkedir , devletin niteliğine dairdir hiçbir kamu kurumuna Anayasa’da bu ilke doğrultusunda atıf yapılmazken DİB’in özellikle seçilmesi ve bu yönde d,n ve inançların uygulanması noktasında  baskıya maruz kalması anlaşılabilir değildir.

Toplumuzun dindar olup olmadığı , dini vecibelerini yerine getirip getirmediği gibi hususular devletin ilgisini oluşturmamalıdır.Maalesef din ve dindarlık üzerinden iki grup kendilerine istismar alanı bulmaktadır.Bunların ilki , din adına halkı korkutan kesimdir. Dini vecibelerini yerine getiren kişilere karşı ayrımcılığa karşı hukukçular mutlaka mağdurlardan taraf olmalıdırlar. Bir diğer husus ise dini yapı görünümünde illegal oluşumlardır. Bu oluşumlar esasında ülkede dini baskının olmasını istemektedirler çünkü ancak böyle yaşam alanı bulabilmektedirler. Devamlı suretle kendilerinin de baskıya uğradığı yönünde abartılı söylemlerde bulunmaktadırlar. Hukukçular bilhassa bu tarz oluşumların hak ve adalet gibi bir takım ajitasyon içeren sömürü mekanizmalarına asla itibar etmemeli ve toplumu uyarmalıdır.  28 Şubat’tan 15 Temmuz’a ve 15 temmuz’dan bu güne bu tarz örgütlerin nasıl bir politika ve birbirleri arasında bağ olduğuna dair gelişmeler kamuoyunun takdirindedir.

28 Şubat’ın arada bir fotoğraflı , gazete manşetli sergileri olur arada belgeselleri de çekilmiştir ama pek ondan ötesi olmamıştır , 28 Şubat müzede sergilenecek bir darbe süreci de değildir , 28 Şubat haksızlık ve hukuksuzlukları ciddi bir arşiv araştırması neticesinde detaylı şekilde ortaya çıkarılmalı ve yazılı hale getirilmelidir.Bu konuda da başta en büyük haksızlıkların olduğu yargı kararları ciddi bir tasniften geçirilmelidir. Bu hususu da ancak hukukçular yapabilirler. 28 Şubat yazılı kaynaklarla en az incelenmiş darbe süreçlerinden biridir. Bu konuda yayın üretilmesi başta devlet tarafından desteklenmelidir , üniversitelerimizin sosyal bölümlerinde yer alan onca öğretim üyesi herhalde çok daha önemli ! konular buluyorlar ki pek bu konularda kitap , doktora , tez göremiyoruz en baştada hukuk fakülteleri maalesef.Oysa neler neler var.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı uhdesinde darbe dönemleri ile ilgili bir birim bulunmalıdır.Bu birim 1960 askeri darbesi , 71 muhtırası ,80 darbesi , 28 Şubat darbesi ,15 temmuz darbe girişimi ve benzer hadiselere ilişkin her türlü şikayet , bilgi verme , mağduriyet iddiası ,  inceleme ve arşivi elinde bulundurma yetkisine sahip olmalı ve senede bir kere TBMM’ye rapor halinde gelişmeleri sunmalıdır. Gerekirse başkanlık bu konuda gerekli gördüğü takdirde re’sen suç duyurusunda da bulunmalıdır.TBMM tarafından da artık darbecilerle her dönem titizlikle mücadelenin  sahiplenildiği , hesaplaşıldığı  , takip edildiği kamuoyuna bildirilmelidir.Maalesef modern darbeler çağı diyebileceğimiz Sultan Abdülaziz’in bir cunta tarafından ha’l edilip şüpheli bir şekilde ölmesinin ardından yaşadığımız darbe süreçleri , başbakan asmaya kadar varan korkunç hadiseler derken milletimiz bu darbelerden çok çekmiştir. Darbelerin uluslar arası bağlantıları da kesinlikle vardır ve ülkemize karşı düşmanca bir saldırı ile darbeler neredeyse aynı niteliktedir. Bu darbeler tarihimiz ve uluslar arası kıskaçlar içinde milli bir duruşa sahip , bağımsız hukukçular tarafından bu mücadele yürütülmelidir. Bir hukukçu , darbeler , darbe mağduriyetleri , ağır insan hak ve hürriyet ihlallerini politik bir mesele olarak görüp görüş belirtmekten çekinemez.darbeleri ideolojik olarak ayıramayız , her hukukçu kendi mahallesinin görüşünü savunamaz.

Maalesef ülkemizde bugün toplum nezdinde darbe olup olmadığı en fazla tartışılan darbe 28 Şubat’tır.28 Şubat ceza davası siyasi bir dava olarak kamuoyuna sunulmak istenmektedir. 28 Şubat döneminde laik Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı irticai eylemler olduğu gerekçesiyle yapılan bu darbeyi müdahale anlamında meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Bu irticai eylemlerin ne olduğu hususu ise son derece muğlak ve bazı medya organlarının büyüttüğü sansasyonel hareketlerden başkası değildir. Örnek olarak söylüyorum koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni Almanya’da yaşayıp stadyumda abuk subuk gösteriler yaptırtan bağlantıları şüpheli bir kişinin yıkabileceği şeklinde topluma korku pompalanmıştır. Hukukçular 28 Şubat’ın darbe olduğu , darbeye götüren sürecinde bir tertip olduğunu kamuoyuna devamlı izah etme ve araştırma mecburiyetleri vardır.

28 Şubat hakikaten ağır bir darbe olduğundan aslında bu kadar altından kalkılması zor bir darbedir o nedenle belki yavaş ilerler ama bu darbeye karşı en yüksek bilinç düzeyinin hukukçularda olması gerektiğine inanıyorum. Bu darbeyle hesaplaşma mücadelemiz tavizsiz ve aldatılmadan uzak şekilde devam etmelidir. 18.02.2022

Mehmet Emin Başalp

İHL Tarihinde Konyalı Bir Avukat

 

IMG_20220202_220825 IMG_20220202_220807 IMG_20220202_220802


İHL Tarihinde Konyalı Bir Avukat

 

Ahmet Çelik Bey Konya kültürüne sessiz sedasız büyük hizmetlerde bulunuyor , Allah razı olsun , Konya Büyükşehir Belediyesi yayınlarından çıkan Konya İmam Hatip Okulu 1951-1971 adlı kitabını zevkle okudum.Kitapta ilgimi çeken bir kısım oldu yazı haline getirmek istedim.

 

Konya İmam Hatip Okulu malum ülkemizde İstanbul İmam Hatip Okulundan sonra kurulan ilk yedi okuldan biri ve kitabın önsözünde belirtildiği üzere bu yıllara ( 1951-1971 ) Hacıveyiszade Mustafa Efendi yılları demekte pek tabii mümkün. Hacıveyiszade Mustafa Efendi gibi önemli bir İslam aliminin maddi , manevi destek ve himayelerinde kurulan bir okul , aynı zamanda ders verdiği , öğrencilere İslam ve ilim ruhu aşıladığı bir dönem.Bu mücadelenin önemini biz bugünden ölçemeyiz yahu epi topu belli sayıda Anadolu’nun bu kavruk çocuklarına ( 250 öğrencinin 152’si köylüdür ) içinde din derslerinin olduğu bir okul nedir ki ? denilebilir. Oysa dönem şartlarında bu bir devrimdir , yaşlı bir müderrisin umudu ve duası , halkın sevincidir. Bugün artık bu aşı tutmuş , bu okullar ülkemize nice hayırlı nesiller yetiştirmiştir.

 

Okul 29 Ekim 1951’de açılmıştır.Okulun ilk müdürü ilginçtir , öğrenci adayı Ömer Ali Güneşer’i okula kaydettirmek için Milli Eğitim Müdürlüğü’ne giden Avukat Ali Rıza Uğurlu’ya okulun müdürü olması teklif edilir. Mehmet Ali Uz ve Serdar Ceylan’ın da bazı yazılarında görüldüğü üzere Konya Barosu idare meclisinde de görev yapan baro başkan vekilliği yapan bir serbest avukattır oysa.

 

Ali Rıza Uğurlu aylık 200 lira ücretle müdür tayin edilmiştir.Müdür Bey 6 saat olmak üzere meslek derslerinden Kuran-ı Kerim , Arapça , siyer vb derslere girecektir.26 Aralık 1951 de Konya valisi okulu ziyaret ve teftiş etmiş çok memnun kalıp müdür beye teşekkür etmiştir , müdür beyde okul mevcudunun arttığını binanın yetersiz kaldığını söylemiştir.

 

Fakat ilk müdür Av.Ali Rıza Uğurlu mayıs ayı gibi rahatsızlanmış ve 21 Haziran 1952 tarihinde vefat etmiştir. Bu sene itibariyle vefatının 70.yıl dönümü olacaktır. Yeni Meram gazetesinde şehrin çok üzüldüğünü belirten bir haber çıkmış , cenaze namazının Kapu Camiinde kılınıp Musalla Mezarlığına defnedildiği bildirilmiştir.Ailesinin gazetedeki teşekkür mesajından Keçi Muhsine köyünden olduğu anlaşılıyor.Hakkında Kazım Gürel’in yazdığı yazıda Çanakkale Cephesinde savaştığı sonra Konya’da dava vekilliği yaptığı , son yıllarda avukatlıktan çekildiği ve müdürü olduğu İmam Hatip Okulu için var kuvvetiyle çalıştığı ifade ediliyor.

 

Doğum tarihini bulamadım ama vefat ettiğinde muhtemelen 55 yaş civarı veya daha büyük olabilir ama çok yaşlı olmasa gerek.

 

O tarihlerde Okul Derneğinde olan ve bugün sağ olan Halil İbrahim Sayar’ın yine Konya Büyükşehir Belediyesinden çıkan hatıratında , okulun müdürü hakkında , milli eğitim müdürünün odasına girince işte okul müdürü geldi diye Ali Rıza Bey’e milli eğitim müdürünün ısrarları olduğu ifade ediliyor demekki sevk-i ilahi bu okula bir şekilde ilk müdürlük yapmak nasip olmuş.Yine o hatıratta vefatını öğrenen Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’nin ” 35 yıldır görev yapıyorum çok yazışma gördüm onun kadar ifadesi mükemmel ve düzgün yapan idareci görmedim “dediği naklediliyor.

 

Gerek bu kitap gerek Halil İbrahim Sayar hatıratı , okulun ilk mezunlarından bu kitaplara bir çok bilgiyi veren Mehmet Ali Uz sayesinde olmuştur. Onun ifadesi ile ilk mezunlardan 8 avukat 2 hakim vardır. Yine Mehmet Ali Uz Bey , Konya Barosu avukatlarından Özgen Küçükkoner’le de , mezunların ilahiyat harici bölümlere gidip gidemeyeceği noktasında basında cevabi yazılar yazmışlardır , tabii bu yazılar kitapta mevcut dikkatimi çeken ise fikir farklılıklarının çok zengin bir Türkçe ve nezaketle ifade edilmesi.

 

Velhasıl bu yazıyı niye yazdım , ülkemizin en önemli ve tarihi okullarından olan Konya İmam Hatip Okulu’nun ilk müdürü bir avukat , Konya Barosu mensubu bir avukat , bu önemli bir tarihi kayıt , merhumu yeniden hatırlamak , hayırla yad etmek belki , meslektaşları başta olmak üzere mezarı başında baro veya STK’larca bir anmanın tertip edilebileceği , dua edilebileceğidir.

 

Zor zamanlarda zor işlere talip olmak kıymetlidir , Konya’da imam hatip mücadelesinde bir avukatın bulunmuş olması şahsen bir avukat olarak beni sevindirdi. Avukatların belki ilmi , mesleki çalışmalara çok vakti olmaz ama genelde toplumda sosyal içerikli çalışmalarda hep öncü olurlar.

 

İmam Hatip mücadelesinde katkıları malum başta Celalettin Öktem Hoca , Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri , Başvekil Adnan Menderes , Hacıveyiszade Mustafa Kurucu Hocaefendi , ilk hocalar , okula yardım eden hayırseverler , ilk öğrenciler ve hassaten merhum meslektaşımız okulun ilk müdürü Av.Ali Rıza Uğurlu’ya Allah’tan rahmet diliyorum. 02.02.2022

 

Mehmet Emin Başalp

 

 

 

 

 

 

Nasiyesi Temiz İnsan Ahmet Çalık

IMG_20220119_033305

Merhum Ahmet Çalık bize her gün kendini hatırlatıyor hala insanların acısı taze , insanlar Ahmet Çalık için bir şeyler yapmak istiyor bunu etrafta gözlemliyoruz günlerdir , işte bende bu merhum sporcumuz için bir yazı yazma ihtiyacı hissettim.

Halkımız kendisine mutluluk yaşatan sporcuları , sanatçıları sever bu hususta tek bir kıstas yoktur. Naim Süleymanoğlu mesela ülkemize olimpik manada önemli madalyalar getirdiği için halkımız tarafından sevilirdi.Neredeyse her yaş grubuna hitap eden programlar yapan Barış Manço , toplumun her kesimi tarafından sevilen bir sanatçıydı.

Popülerlik ile saygı ve sevgi ile birleşen daha nitelikli ilgi birbirinden farklıdır , popülerlik bir köpüktür niceliği varsa da niteliği ve kalıcılığı yoktur.

Konyasporumuzun genç yaşta vefat eden futbolcusu Ahmet Çalık’a, Allah rahmet eylesin ,gerçekten gerek kendi duygularım gerek çevre gözlemim olarak insanlar çok üzüldüler.

Ahmet Çalık bilinen bir futbolcu idi ama popüler biri değildi. Popüler olmadığı halde neden  insanlar bu kadar üzüldü ve sevgilerini ifade ettiler ? Genç yaşta vefatı üzmüş olabilir miydi ? Genç ölümler sarsıcı ve üzücüdür lakin tek neden bu değil.

 

Kim iyidir kim kötüdür bunları insanlar dışardan fiilleri ile bilirler ama bazı insanların iyi olduğu nasiyesinden belli olur. Çehre , tavır anlamına gelen nasiye veya nasiye-i hâl kelimesini pek kullanmıyoruz ama daha geniş bir anlam ifade eder , nasiyesi temiz insanlar sevilirler ve bu ilk bakışta anlaşılır.

 

Merhum Ahmet Çalık’a bakınca temiz bir nasiye hemen dikkati çekiyor. Tabii belli bir şöhretin , kazancın ve hareketli bir ortamın olduğu futbol camiasında nadir görülen bir ağırbaşlılık içinde olduğu dikkat çekiyor. Çevresinin şehadetiyle dini vecibelerine düşkün , milli hassasiyetleri olan biri olduğu aşikar.Aslında Ahmet Çalık ülkemizin çoğunluğu olan ama yaşam tarzı dikkate alınmayan , takdir görmeyen o temiz Anadolu insanının bir numunesi , bir evladı. İnsanların bu kadar üzülmesi kanaatimce bundan.

 

Alimin nasiyesi heybetli olur günümüzde nadir görüyoruz , hiffetli alim olmaz. Dervişin gözü yaşlı olur , iyi insanın nasiyesi temiz olur. İbadetine düşkün kişinin yüzü parlar.Müslümanın yüzü güven vermelidir en azından.

Yüzünden şer akıyor veya yine eski bir tabir olan bet suratlı , gözleri felfecir okuyor gibi tabirler hep nasiyesi sıkıntılı kişileri ifade eder.İnsanın yüzüne kötü duyguları kötü işleri sirayet edebilir.

Sadece yüz değil insan şekil olarak dahi dışarıya temiz ve fıtri görünmelidir , bugün için saç sakal , kılık kıyafetler , dövmeler gibi şeylerde bu kategoriye girer.İnsan elinden , tokalaşmasından tut , ses tonuna kadar iyi veya kötü bir insan olduğu şeklinde değerlendirilir.

 

Allah rahmet eylesin , ahlaklı , temiz bir sporcuyu genç yaşta kaybettik onun için demişlerdir ki ; ölenler hep ihtiyar mı ? bir çok kişiye de bunu yeniden hatırlattı , ölüm düşüncesi de iyidir ama bir faydası olması insanın kendine çeki düzen vermesi içindir yoksa vesveseye , korkuya , melankoliye sebebiyet veren ölüm düşüncesinde kurtulmak gerekir. Ölüm ameli salih olana , imanlı olana kolaydır yoksa insanlar ölmek için doğuyorlar ve bir şekilde ölüyorlar.

 

Bir hususta son olarak Ahmet Çalık’ta bir trafik kazasında vefat etti. Ülkemiz dünyada da ölümlü trafik kazaları oranı yüksek ülkelerden , kurallara uymamız , teenni ile hareket etmemiz lazım , tedbiri bozar takdir demişler amma tedbirsiz olmaz istatistikler bunu gösteriyor işte , kurallara uyalım.

 

Mümin , hayır dua ile Kur’an ile anılır , çok söz edip birazda futbolun sloganik yönüyle ilgilenirsen bunu ihmal edersen olmaz onun için hassaten ruhu içün El-Fatiha meas Salavat. 19.01.2022 ( Fatiha dendiğinde önce salavat getirilir bunuda ihmal etmeyelim alışkanlık olmazsa unutulur )

 

Mehmet Emin Başalp

 

 

 

 

 

 

 

TCK 216.MADDESİ YETERLİ DEĞİLDİR

Ülkemizde arada bir inanç , ibadet ve dini değerlere , dini şahıslara  hakaret , aşağılama , amacını aşmış espri , amacını aşmış eleştiriler olmaktadır.Medyaya veya sosyal medyaya düşmesi ile kanaatim geçici infiallere neden olmakta ardından unutulmakta yenisi çıktığında konu yeniden gündeme gelmektedir.Bu fasit daire nedeniyle esasında asıl mağdurlar bu hususlara üzülen , kahrolan samimi inananlardır.

Olayın dini , sosyolojik ve tepkilerin nedeni gibi çeşitli durumları var ama o konuların dışında sadece hukuki konuya değineceğim.

Bu hususta ilk akla gelen madde  Türk Ceza Kanunu 216.maddesidir. Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama Madde 216- (1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Madde metninden anlaşılacağı üzere 1.fıkra açısından din ve mezhep açısından halkın bir kesimini diğer kesimine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden , tehlike çıkartan vb gibi şartları ağır bir suç tanımı vardır.

Din ve dini değerler ne olursa olsun inanan insanlar için ciddidir. Fakat bir devlet için ciddilik kendi otoritesine tehdide göredir. Halkı kin ve düşmanlığa sevk , halk arasında kamu barışını bozacak , çatışma veya gerginlik çıkması riski barındıran devletin güvenlik ve asayiş otoritesini sarsan bir hadisedir. Bu denli devlet açısından ciddi görülecek bir dini değerlere hakaret suçu ülkemiz sosyolojisinde nadir işlenebilir.Bu suçlar genelde ülkede iki ayrı din mensubu , iki ayrı mezhep mensubu olup aralarında siyasi ,sosyal gerginlikler bulunan toplumlarda sık rastlanır.Bu madde metni bu haliyle durabilir fakat ülkemizde yaşanan yaygın sorunu bu madde çözmüyor.

2.fıkra halkın bir kesimini din ve mezhep farkından aşağılaması gerekiyor , şimdi kişinin aşağılama söz veya fiilinden halkın bir kesimini farklılıktan dolayı aşağılamayı kastetmesi gerekiyor. Şimdi buda ağır bir şart kanaatimce çünkü yine insanları yaralayan dini hakaret ve aşağılamalar bu kategoride değil ilk fıkradaki suçun hafif versiyonu ve yine örnek vermek gerekirse o dinin peygamberine ahlaksız fiil isnadında bulunmak falan bu kategoride olamayacaktır.

3.fıkraya gelelim , halkın bir kesiminin belirlediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi , fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde cezalandırılıyor.Şimdi bu denilebilir ki dini değerlere hakaret kapsamı bu fıkradır ,  evet fakat buda yine suç bir şarta bağlanmıştır kamu barışını bozmaya elverişlilik şartı aramaktadır.TCK 216.maddesi yeterli değildir.

TCK’da başka bir takım suç düzenlemelerine bakalım sonra bu konuya bir daha döneceğim.

Devletin egemenlik alametlerini aşağılama Madde 300- (1) Türk Bayrağını yırtarak, yakarak veya sair surette ve alenen aşağılayan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu hüküm, Anayasada belirlenen beyaz ay yıldızlı al bayrak özelliklerini taşıyan ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin egemenlik alameti olarak kullanılan her türlü işaret hakkında uygulanır. (2) İstiklal Marşını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Bu maddede tanımlanan suçların yabancı bir ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır.

Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama (1) Madde 301-  (1) Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Türkiye Büyük Millet Meclisini, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ve Devletin yargı organlarını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Devletin askerî veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, birinci fıkra hükmüne göre cezalandırılır. (3) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz. (4) Bu suçtan dolayı soruşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır.

DİKKATİNİZİ ÇEKEN NEDİR ? FİİLİN KAMU BARIŞINI BOZMAYA ELVERİŞLİ OLMASI ARANMIYOR 

O zaman yapılacak olan şudur TCK 216.madde 1 .ve 2. Fıkra olduğu gibi kalsın , 3.fıkra ilga edilerek müstakil bir madde haline getirilerek , şöyle düzenlenebilir.

216/a maddesi  ( 1 ) Halkın bir kesiminin benimsediği dini ve kutsal değerleri alenen aşağılayan kişi , altı aydan bir  yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.( 2 ) Halkın bir kesiminin benimsediği dini ve kutsal değerleri alenen aşağılayan kişinin kamu görevlisi olması veya kamu hizmeti veren kişilerce işlenmesi halinde ceza yarı oranında artırılır. ( 3 ) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.

1.fırkada artık aşağılama , tahkir ve hakaret için kamu barışı şartı aranmayacak ?

Dini değerler yanına kutsal değerler eklenmiştir burası daha çok örfi bir takım halkın kutsallık atfettiği değerleri de kapsaması içindir. Üst sınırı bir yıl olması makuldür esasında burada sıkıntı kamu hizmeti gören veya kamu görevlilerinin hakareti daha fazla infiale sebep olmaktadır. Üçüncü fıkrada gereklidir çünkü bir takım eleştirilerde hakaret kastı olmadan yapılabilmelidir. Tabii bunlar somut olaylara göre mahkemelerce yorumlanacaktır. Birkaç örnek vererek de yazımı tamamlayayım.

Diyanet İşleri Başkanlığınca kandil gecelerinde program yapılması yasaklanmalıdır.Çünkü bu kutlamalar bid’at ve hurafedir , kaynağı yoktur mealinde bir yazı veya söz eleştiri amacıyla düşünce açıklamasına girer.

Mevlid kandilinde Sakal-ı Şerif öpülmesi geleneğine , dün gece x camisinde Sakal-ı Şerif öpme töreni düzenleyen müftü ve din görevlileri ile öpenler dinden çıkmış , putperest ve kafir olmuşlardır gibi bir takım sözler etse bu ne olur buda birinci fıkra gereği sadece dini değer değil kutsallık atfedilen değerleri de kapsamış olur.

Devletin asli görevlerine ve bu hizmeti yapanlara memur , devletin toplum için faydalı gördüğü işlere kamu hizmetleri ve bunları yapanlara da kamu hizmetlileri denir nihayetinde bunların hepsi kamudur o nedenle bir memur , memur olmayan , kamu görevi veya kamu hizmeti ayrımı çıkmasın diye bu şekilde düzenlenebilir.

Kanaatimce bu basit düzenleme ile dini değer , kutsal ve inanca hakaret suçları daha şikayet edilebilir , yargılanabilir ve cezalandırılabilir olacaktır amaç insanları yargılamak ve cezalandırmak değil suçu azaltmak , kamuyu daha dikkatli hale getirmek  ve inançlı insanların mağdur olması ve üzülmesini engellemektir.10.01.2022

 

Mehmet Emin Başalp

PARLAMENTER SİSTEMLE NASIL HÜKÜMET KURACAKSINIZ ?

Muhalefet tutturmuş parlamenter sisteme geçiş iyi geçildiğini farz edin nasıl hükümet kuracaklar merak ediyorum halkın önüne istatistiki gerçekliğini sunun ?

2018 genel seçim sonuçlarını ele alarak başlayalım ve ittifaklı sistem veya ittifaksız sistemden sonuçlara bakalım.

Akparti  % 42,56 ile 295 vekil çıkardı 1 vekil’de BBP olmak üzere normalde hükümeti kuramıyordu ittifaklı sistemde ama İyi Parti % 9,96 ‘da kaldığı için ittifaksız sistem olsa tek başına iktidara gelirdi bu son derece açık.

Şimdi 295 vekil Akparti , ittifaka binaen %11,10 ile 49 vekil çıkaran Mhp ile koalisyon kurulurdu diye düşünelim.

Mhp ile Akparti’nin koalisyon kurmadığını düşünelim ittifaklı sistemde Chp + Hdp + İyi parti + Mhp koalisyonu lazım 4 partili ve bir biriyle bir araya gelmesi mümkün olmayan partiler.Haydi Akparti biraz daha ittifaksız sistemde düşük oy alsa ve yine İyi Parti barajı geçemese bu sefer yine Chp , Hdp , Mhp koalisyonu gerekirdi. Bunu akıl mantık almıyor zaten bunu daha önce Türkiye 2015 seçimlerinde yaşadı.

Daha sonra istifa şu vb ile mecliste az sayıda sandalyeye sahip partiler kuruldu veya bazı partilere geçiş yapıldı ama onlarında bir belirleyiciliği yok şuan için.

Şimdi 2023’te parlamenter sisteme geçecekler ve mecliste güya 301 vekili sağlayacak bir hükümet kuracaklar ? Hadi parlamenter sisteme Chp ,Hdp , İyi Parti , Saadet , Deva , Gelecek bir çok parti birleşerek geçildi diyelim ama geçildikten sonra sağlıklı bir hükümet ancak Chp + İyi Parti koalisyonun sürdürülebilir olduğunu gösteriyor herhalde 6-7 partili koalisyon kuracak halleri yok  onun içinde Chp ve İyi Parti’nin , CHP’nin Anadolu’dan da oy almak suretiyle çünkü büyükşehirlerde oy artışı vekil sayısını çok artırmıyor %30-35 bandına , İyi parti’nin de en azından %15-%17 oy bandında oy alması gerekiyor.

Şimdi gelelim böyle bir seçim olsa Chp %35

İyi Parti %17

Hdp % 11  tabii Hdp , Chp’nin %35 oy aldığı bir seçimde %11 alamaz ya bu oy komple Chp’ye gitmesi lazım Hdp sıfırlanacak ya da Akparti’den Chp’ye %10 oy kayması lazım ki bu mümkün değil  , Hdp %11 oy aldığında Chp 30 üstünü göremez.

Chp’nin 25-27 bandını görmesi ile Chp , İyi Parti koalisyonu için iyi Parti’nin %20’leri geçmesi lazım geçtiği takdirde de vekil sayısı Chp’nin önüne geçebilir.O da ayrı denklem.

Chp % 27

İyi Parti % 23

Hdp % 11 aldı diyelim.

Toplam % 61 , küçük partilerde % 5 aldı diyelim % 66 geriye kaldı % 34  Akparti ve Mhp toplamda bu oyu alacak bugün Akparti’yi en kötü gösteren anketler  % 34-35 .

Velhasıl parlamenter sistem denilen şey kaos , bunu muhalefette biliyor Halep ordaysa arşın burada , bu muhalefet bu siyasi denklemle filan bir yere varamaz , hadi vardılar diyelim kuramadıkları hükümetlerle , istikrarsızlıkla mahvettikleri ekonomi ile kısa sürede seçime gitmek zorunda kalırlar halkta yeniden Akparti’yi %50’nin çok çok üstünde iktidara getirir.

Parlamenter sistem değil esas cumhurbaşkanlığı seçimi muhalefet için umut parlamenter sisteme geçeceğiz diye alenen yalan söylüyorlar.  Muhalefetin içinde zeki olanlar esas bunun peşinde.  Bu denklem daha seçimler yaklaştıkça çok kaynayacak onun için şimdiki tartışmalar bana göre boş burada esas kavga muhalefet içinde yaşanacak şimdi birlik olduklarına çok bakmamak lazım , iktidarda bence bu duruma göre pozisyon almalı .22.09.2021

 

Mehmet Emin Başalp

 

MEC YAD

esad coşan foto

Merhum Mahmud Es’ad Coşan Hoca’nın hicri doğum yıldönümlerinde anma geleneğine binaen yıldönümü yaklaşırken kendisini yad eylemek üzere bir yazı kaleme aldım.Daha önce selefi Mehmed Zahid Kotku Hoca ile gönül dostu alim olmak üzerinden yapmış olduğumuz nacizane yorumlamalar Mahmud Es’ad Coşan Hoca içinde geçerlidir.

Bazen çeşitli meslek gruplarında tanımlamalar yapılırken örneğin öğretmenlerin en çalışkanıydı , ne bileyim siyasetin delikanlısıydı gibi falan tanımlamalar yapılır muhtemelen oda sahasında camianın akademisyeniydi denilebilir , tasavvufi bir liderdi bunu ifade etmekten çekinmemiş biridir ve akademik ünvana sahipti belki öncesinde de vardır , günümüzde de vardır ama Es’ad Coşan Hoca bu vasfıyla döneminde dikkat çeken biriydi.Bu husustan niye bahsettim , dönem şartlarında 80 sonrası Türkiye’sinde , Türkiye’de hem bir askeri darbe olmuş bazı şeyler sıkı yönetiliyor baskılar var , bazı şeylerde de ülke ilk defa bu kadar dışa açılıyor , serbestleşiyordu. Bu iki hadiseden de din , alimler , tasavvufi , dini gruplar vb etkileniyorlardı. Çünkü geçmişte lokal kalan ve sınırlı imkanlara sahip olan gruplar serbestleşme imkanlarından yararlanıyorlar , görünür oluyorlar , görünürlüğün getirdiği tartışmalar vesaire derken bir taraftan da devletin politikalarına karşı bir duruş göstermeleri gerekiyor nitekim o dönemin en büyük tartışmaları başörtü yasakları  ve İslami olduğu öne sürülerek yasaklanan esasında son derece olağan faaliyetler.Böyle bir ortamda Mahmud Es’ad Coşan Hoca , adı İslam olan dergide hem dini , tasavvufi , politik , sosyal konularda yazılar yazmak suretiyle gündem belirliyor , belirlenen gündemleri yorumluyor , tepki verebiliyor , kendisine görüşü sorulabiliyor işte  akademisyenlikten , tasavvufi liderliğine hem ciddiyet katıyor hem de vizyon katıyordu denilebilir.

Mahmud Esad Coşan Hoca’nın hayatında da bir şey dikkatimi çeker esasında genç bir yaşta vefat etmiştir tasavvufi  liderliğini sürdürdüğü dönem ile vefat öncesi dönemle başlayan ve günümüzde de devam eden süreç hayli farklıdır. Geçmişte belki faaliyet ve söylemde bulunmak sıkıntılı olsa da ortamın huzurlu olduğu söylenebilir fakat vefatından sonra dini , tasavvufi tartışmalar ülkemizde hayli yoğunlaşmış , Sünnet karşıtlığı , modernistler , reformistler , dünyada meydana gelen yeni dini akımlar , Hadis tartışmaları , tefsir tartışmaları , alimler arası sosyal medya veya basın yoluyla tartışmalar , alimlerin üslupları konusunda tartışmalar , tasavvufun ve tarikatlarda meydana gelen yozlaşma veya bu alanlarda eleştiriler  , itikadi sapma ve kriminal olaylara bulaşan topluluklar vesaire derken tatsız ve huzursuz bir ortamın olduğu aşikar , merhum Hoca geçmişte görünür olduğu kadar bu tartışmaların içine girer veya yorumlar yapar , yazılar yazar mıydı yoksa kendince yeni bir yol mu tuttururdu bilemeyeceğiz tabii ki. ( Bu yorum Es’ad Coşan Hoca’nın yazar kimliğiyle yapmış olduğu çalışmalar içindir , tasavvufi yoluna ait değildir )

Mahmud Es’ad Coşan Hoca’nın bir özelliği de doğallığı kanaatimce doğal olmanın farklı görüntüleri var doğallığı belli bir kalıba sokmamak gerekir insanlara nasihat eden klasik tabirle irşad etmeye çalışan bir mürşidin doğal haline bakmak gerekiyor, akademisyen yani meslek olarak da üniversite hocası olan ders anlatmaya , bilgi üretmeye alışkın bir kişi , aynı zamanda tasavvufi geleneğin sohbet , nasihat özellikleri ile birlikte devamlı etrafına bu birikimi aktarmaya çalışmıştır.Şimdi ülkemizde bir çok insanın beklentisi Diyanet İşleri Başkanlığı’nın toplumu irşad etmesidir ve 1980 öncesi Süleyman Ateş’le birlikte başlayarak akademisyen kökenli Diyanet İşleri Başkanları seçilmektedir.O günden bugüne toplumun bütününe hitap edebilmiş veya gönüllere girebilmiş başkan var mıdır ? bilmiyorum.Niye böyle diye bakılırsa hem kişisel olarak doğal davranamadıklarını , dini bir konuyu bile anlatırken doğal olamadıklarını görüyoruz. Oysa Es’ad Coşan bu doğallığı yakalamıştı , kendini kasmıyor , tek tip ve dar bir alana hapsetmiyor daha yenilikçi ve etkili metotlarla etrafına bu aktarımı yapabiliyordu. İslam ile ekonominin önemini de , siyasetin önemini de harmanlayabiliyor veya tarihi bir hadise diyelim İstanbul’un fethini insanlara yeni bir ufukla anlatabiliyordu. Döneminde ve bugün yaygın şekilde erbabı tarafından ve vatandaşlarımız tarafından kendisi takdir edilmekte ve rahmetle yad edilmektedir buna doğallığının başlıca etken olduğunu düşünüyorum.

Mahmud Es’ad Coşan Hoca’nın gerek akademik gerek diğer konularda yazmış olduğu veya derlenen yazılarından oluşan eserleri okumak gerekiyor , kendisinin sözlü ve görsel kayıtları ile ilgili de çalışmalar yapılıyor ve paylaşılıyor , sohbetleri radyodan yayınlanmaya devam ediyor bu doğal aktarımdan nasıl geçmişte istifade edildiyse günümüz insanı da bu müktesebattan istifade etmelidir. Bu kitap ve kayıtlardan olumsuz manada etkilenilebilecek herhangi bir husus yoktur olsa bugüne kadar bir çok tartışmaya ve itiraza konu olabilirdi. Yani sahih , temiz , duru , doğal bir kaynak. Mahmud Es’ad Coşan Hoca da vefatı ile artık tarihe intikal etmiş bir şahsiyettir fakat mirası değerli bir mirastır , harcanacak ve üstü kapatılacak değil aksine daha çok parlatılacak ve aktarılacak bir mirastır.

Yaklaşan hicri doğum yıldönümleri nedeniyle tekrar kendilerini rahmetle yad ediyorum. Allah rahmet eylesin. 13.09.2021

 

Mehmet Emin Başalp

ARAP NÜFUSU

arap haritası

Suriyeli mülteci sayısı konusunda bir haber okurken dikkatimi çekti ve bu konuda  ciddi istatistiki verilere sahip olmadığımdan sadece yorum yapmak suretiyle dikkatimi çeken bazı hususları paylaşmak istedim.

Arap Birliği denilen ülkeleri baz alarak Arap nüfusu üzerine biraz konuşmak istiyorum.Arap Birliğinde 22 ülke bulunuyor ama burada Afrika kıtasından Komorlar , Cibuti , Moritanya , Somali ve Sudan’da Arapça baskın veya resmi dil olmasına rağmen etnik olarak Arap değiller dahası bu ülke nüfusları siyahilerden oluşuyor.O nedenle bu ülkeler benim yazımın konusu ile doğrudan ilgili olmayacağı için bu ülkeleri dikkate almayacağım.

Arap ülkesi denilince iki ülke başı çeker biri Mısır biri Suudi Arabistan

Hepsi Müslüman olmasa da Mısır’ın 100 milyona yaklaşan bir nüfusu olduğu tahmin ediliyor ve Mısır nüfus liderliğini bırakmayacağı gibi bu nüfus daha da artacaktır.Mısır için nüfus bir avantajken Mısır acaba nasıl idare edilecektir ? Şimdi dünyanın en kalabalık ülkesi Çin , otokrat bir tek parti rejimi ile idare edilmekte fakat ekonomik refah günden güne artmaktadır oysa Mısır ekonomisi kötüye gitmektedir.

Suudi Arabistan dünyanın büyük ekonomilerindendir fakat onunda nüfusu 34 milyon civarındadır.Bu ekonomik güce rağmen nüfusunun nitelikli olmadığı bilinen bir vakıa , aslında insanlarda geniş bir ülke , refah , çok eşlilik , çok çocuk sahibi olmak gibi hususlar düşünüldüğünde daha kalabalık olması düşünülmesine rağmen nüfusu oldukça düşüktür.

Gelelim Suriye’ye Suriye , petrolü olmadığı için zengin bir Arap devleti değildi , geniş bir ülke de değildi fakat nüfusu son yıllarda hızla artmıştı çünkü 1994’te 13 milyon civarı olan ülkenin bugün nüfusunun 28 milyon olduğu bununda 7 milyonun iç savaş neticesi mülteci olduğu ifade ediliyor. Bunlar kaba ve tahmini  rakamlar bir ülke kısa bir sürede nüfusunu ikiye katladığı gibi neredeyse bununda 3’te 1’i mülteci durumunda , sormak istediğim soru şu altyapısı ve ekonomisi bitmiş zaten fakir ve kıt kaynakları olan bir ülkeye bu kadar yüksek bir nüfusu geri sığdırmak mümkün mü ? Bu nüfus , işsizlik , barınma gibi hadiseler düşünüldüğünde çok zor olduğu ve bu hususun büyük sosyal kaoslara sebebiyet vereceği açık. Dahası iç savaş olmasa bile Suriye artan nüfusunu acaba nasıl idare edecek ve nasıl bir ekonomi planlayacaktı ?

Suriye’den başka ülkelere geçmeden Lübna’a değinelim maalesef bu sun’i ülke hakkında basında tamamen iflas ettiği yönünde haberler var.Etnik, dini ve mezhebi çeşitliği olan 6-7 milyonluk bir ülke bu kadar ağır ekonomik sorun yaşayan bir ülke için bu nüfusunda idaresi giderek zorlaşmaktadır Lübnan halkı içinde göç ihtimali günden güne artmaktadır.

İsrail işgali altında bağımsız olmayan statüsü de facto bir Filistin devleti oranın nüfusu da sıkışmışlık içinde 5 milyon civarı , bu nüfusta büyük ekonomik sorunlarla boğuşuyor ve artıyor.Filistin nüfusunun göçünü kimse istemez çünkü İsrail ile mücadele silahlı olduğu kadar insan kaynağı istemekte ve demografinin değişmemesi gerekmemekte.

Filistin’in yanında yine sun’i ülkelerden herhangi bir doğal kaynağı da olmayan dış desteklerle ayakta duran 10 milyonu aşan nüfusuyla Ürdün var.Ürdün ekonomisi de kötüye gitmektedir zira bu ülkelerde gelişim olmadığı gibi nüfus artışı da vardır.

Gelelim talihsiz bir ülkeye Irak , zengin petrol kaynaklarına rağmen yaşadığı savaşlar nedeniyle tarumar olmuş bir ülkedir Irak , ekonomisi , siyasi yapısı istikrarsızlık içinde Irak nispeten Arap coğrafyasının kuzeyinde ki en büyük ülke Irak nüfusu da 4o milyonu buldu nüfusun iki katına çıkması son 20 yılda yani neredeyse işgalden sonra bu artışlar bu ülkeler için büyük sayılar ve oranlar ve gelişmeyen Irak ekonomisi ile birlikte ülkeyi sosyal çalkantılara sürüklemektedir.Irak’tan da Avrupa’ya düzensiz göçmen denilen göçler yaşanmakta.

Birde körfez ülkeleri denilen zengin emirlikler var bunlar Kuveyt , Bahreyn , Katar , Birleşik Arap Emirlikleri , Bahreyn 1,5 milyon , Katar 2,5 milyon , BAE 9 milyon civarı , Kuveyt 4 milyon civarı bu nüfuslarda göçmen nüfuslarda dahil olabilir belki ama zengin ülkeler oldukları için bu nüfusun ülkede bir sorunu yok , kimse gitmek istemeyeceği gibi çoğu insan bu ülkelere gitmek istemektedir.

Suudi Arabistan’ın güneyinde 2 ülke bulunur biri nispeten huzurlu bir ülke olan Umman diğer ise sorunlar yaşayan Yemen , yemen büyük ekonomik zorluklarla , iç savaşla ve iç göçle karşı karşıyadır bu ülke nüfusu da 30 milyona yaklaşmaktadır , aslında bu ülke Suudi Arabistan ile birleşse daha sükunetli bir hale gelebilir denilebilir ama buna ne engeldir nüfusu ? Çünkü neredeyse Suud nüfusuna denk bir ülkenin Suud’a katılımı Suud ekonomisini etkilemese de Suud iç demografisini alt üst eder. Yemen bu nüfusuyla nasıl yaşayacak ? Bu husus ilerisi için önemli bir sorun.

Umman geniş bir ülke ama nüfusu 4,5 milyon civarında nispeten huzuru da nüfusunun düşüklüğüne bağlı zira Yemen ile en büyük farkları bana göre nüfusları.

Mısır’ın batısında ki ülkelere gelirsek iyi gelirlere sahip bir ülke iken iç çatışmalarla perişan olan bir ülke var Libya , Libya düşük bir nüfusa sahip 6-7 milyon arası , bu nüfus birde belli şehirlere toplandığı için ülke garip bir tutunamama sorunu yaşıyor.Libya’nın siyasi birliği son derece önemli olmakla birlikte Libya artık dış desteklerle siyaset yapabilen ve yaşayabilen bir ülke konumuna evrilmiştir. Libya’da bu huzursuzluklar nedeniyle Avrupa’ya göç vermektedir.

Libya’nın batısında tabi Afrika’nın en geniş ülkelerinden ama Sahra Çölü’de bulur Cezayir var. Cezayir nüfusu da 45 milyona dayanmıştır.Cezayir ekonomisi de kötüye gitmektedir. Bu artış hızı yüksek nüfus ile ekonomik gelişmeme Cezayir içinde göç ve iç karışıklık demektedir.

Tunus ise Libya ve Cezayir arasında 11 milyon nüfusa sahip Tunus nüfusu yavaş artan bir ülke nispeten siyasi durumu da daha sakin bir ülke ekonomisi büyük krizler yaşamazsa diğer komşu ülkelerinin yaşadığı sorunları pek yaşayacak bir ülke değil.

Ve son ülkemiz Fas , nüfusu 37 milyon kadar Cezayir’e göre daha zengin , siyasi olarak daha istikrarlı Fas nüfusu da hızla artmıyor bu nedenle oda Tunus gibi ekonomisi çok problem yaşamazsa komşu ülkelerin sorunu yaşamaz.

Netice olarak nüfusu fazla olan Afrika’da Mısır ve Cezayir yaşadığı ekonomik zorluklarla ve artan nüfus ile hem siyasi olarak zordadır.Mısır , Cezayir ve Libya’dan dışarıya göç ihtimali yüksektir.

Arap coğrafyasının kuzeyi aslında nüfusları en fazla artan ülkeler olarak Suriye , Lübnan ve Irak yaşadıkları sadece ekonomik değil , iç ve dışa savaşlar nedeniyle belirsizliğe sürüklenmektedir.Bu ülkelerden ileride hızla nüfus çıkışı olması çok yüksektir ve nitekim mevcut görüntü de bunu göstermektedir.

Ürdün  sorun yaşasa da göç verecek gibi durmamaktadır. Arap coğrafyasında en sorunlu Suriye’den sonra ikinci ülke Yemen’dir. Yemen yüksek nüfusu ve çöküş yaşaması ile bulunduğu konum itibariyle büyük zorluk yaşamaktadır , siyaseten bu konuyu nasıl aşarlar , göç verir mi ? belirsiz. Fakat Yemen’in daha patlayacak bir bomba gibi belirsizliğe sürüklendiği açık.

Gördüğüm kadarıyla Arap coğrafyasında huzur ve siyasi istikrar sağlanamaz , iç çatışmalar devam ederse Avrupa’ya bir göç akını olacağı açık bu hususu bölge ülkelerini kaosa sürükleyen batılı ülkelerinde payı büyük fakat burada da bir farklılık var.

Şimdi İngiltere bu bölgeleri tarihte dizayn etmiş  , sömürmüş ve etkisi yüksek bir ülke fakat bu göç İngiltere’ye pek yönelemiyor. Bu bölgede etkisi daha zayıf olan başta Almanya , İtalya , Fransa ile daha küçük ülkeler Hollanda , Belçika , Avusturya ve İskandinavlara yönelik.Bu göç giderek Almanya , İtalya ve Fransa’yı tehdit etmektedir.Bu ülkeler tahminim giderek İngiltere’ye tavır alacaktır.

Bölgeyi mahveden , işgal eden diğer ülke ise ABD bu göç Abd’ye de gitmemektedir.Yine Kara Avrupası ile ABD ve bölgenin çıban başı terör ülkesi İsrail karşı karşıya gelebilir.

Bölgede yine etkisi olan ama göçün yönelmediği diğer büyük ülke Rusya.

Bölgede şuan göçten etkilenen ülke Türkiye Suriye iç savaşı ve etraftan gelen göçmenler ya Türkiye’ye gelmekte ya geçiş ülkesi olarak gelmekteler.İran ise Arap coğrafyasına komşu ama tarihsel husumet nedeniyle Arap göçü yaşanmayan bir ülke tabii mezhepsel özellikleri nedeniyle de bu göç oraya yönelmez.İran Afgan göçü için ise transit bir ülke olarak yer alıyor.

Burada batılı ülkelerin düşünmesi gereken şeyler var , Arap coğrafyasından ellerini çekmeleri bu ülkelerin boğazını sıkmayı bırakmaları , ekonomik olarak önlerinin açılması gerekiyor aksi halde artan nüfusla huzursuzluk yaşayan bu ülkelerden göçü durdurmak mümkün olmayacak bundan en fazla etkilenen de herhalde Kara Avrupası ülkeleri olacak.

Türkiye bu Arap nüfusu artışından ve göçünden nasıl etkilenir ? Görüldüğü kadarıyla hayli etkileneceği açık bu ülkeler Türkiye ile beraber çalışmak zorundalar , Türkiye ile dostane ve ticari yönden birliktelik içinde olmazlarsa ekonomileri daha berbat olacaktır bu konuda Irak ve Mısır’ın daha fazla kapris yapması mümkün değildir , Libya Türkiye destekli bir ülke olmalıdır. Kızıldeniz ticaretinde Türkiye oyuncu olmalıdır. Bölge ülkeleri ekonomik anlamda Türkiye ile iletişimleri iyi olduğu takdirde ekonomik toparlanma geçirebilirler buda bizi göç konusunda rahatlatır. Suriye ise yorum yapılması neredeyse mümkün olmayan bir ülke.

Göç Türkiye’yi sıkıştırırsa bu Almanya’yı , Fransa’yı ,İtalya’yı da etkileyecek bir gelişmedir onlarda hesaplarını Türkiye ile değil ABD, İsrail ,İngiltere ve Rusya ile görmek zorundalar. 08.09.2021

 

Mehmet Emin Başalp

 

MZK YAD

zahid kotku

Orası neresi burası “Arkadaşlık pekey demekle kaim “ diyen adam.

Cahit Zarifoğlu merhumum “Orası Neresi Burası Bir Adam “ şiirinden mülhem gönül dostu , alim Mehmed Zahid Kotku Hocamızın doğumlarının hicri 128.yılı yaklaştığından yad eylemek üzere birkaç şey karaladım.

Hicri 1 Safer , Miladi 8 Eylül Çarşamba , vefatından yaklaşık 41 yıl geçti , pek eski sayılmaz yukarıda zikrettiğimiz şiirde yine bir ifade var “ resmi çekilen nehir “ evet kuvvetli bir kaynaklardan beslenen bir nehirdi , resmi , hatıraları , sesi çekilmişti ve neyi miras bırakmıştı bize Zahid Kotku ? Anlattıkları , tavsiyeleri herkesçe malum olan Allah’ın emir ve yasakları , Peygamber Efendimiz’in sünneti , güzel ahlak tavsiyesi ama onları yeniden hatırlatarak , bilmeyene öğreterek ve tabii ki gönüllere girerek yaptı. Gönle girmek önemli  , gönle hitap etmek önemli pekey demek zaten gönüllü olur cebren pekey desen ne kıymeti var.İşte Zahid Kotku’nun mirası da bu gönül bağı , bugün gönül bağımız kuvvetli ise görmesekte hala müşarünileyhle yakınızdır , bağımız vardır diyebiliriz.

gördük ki ,mekan değildir zamandır önemli olan
ve lakin o da değildir eylemdir önemli olan
ve dahi o değildir kalp olmadıkça.
-cahit zarifoğlu-

Merhum Cahit Bey yine çok güzel temas etmiş kalp/gönül olmadıkça zaman , mekan , eylem ifade etmez işte Zahid Kotku Hocamız’ın kitabını okusak , İskenderpaşa’ya gidip burada imamlık yapardı , vaaz ederdi diye anlatsan , görsen , tavsiyesi diye bir şeyler yapmaya kalksan gönülden yapmazsan bir anlamı yok , bir gönle aktarmazsan yine anlamı yok.

Gönül dostu alim bu bir edebi tanımlama değil ki biraz düşünelim hocamız gönlümüzün dostu mu ? dostuysa sevinin ya hu , iyi bir dost bulmuşsunuz ama dostumuz dünyasını değiştirmiş demeyin alim ölse bile diridir.Esas etrafımızda yaşayan ölüler var dost diye geçinen onlar nereye hitap ederler cevabı herkes pek ala bilir nefse hitap eder bu ayrımda böyle keskindir.

Gönül dostu , alim Mehmed Zahid Kotku’nun bu Hicri 1443 yılı yad günleri vesilesiyle gönülden bir dostluk kurmaya niyetlenip , gönlümüzce eserlerini okuyup , tavsiyelerini dinleyip biraz iyi bir insan olma yolunda mesafe kat edebiliriz zira tecrübeyle sabittir diye bir şey var , merhumun takipçilerinden iyi Müslümanlar , ahlaklı Müslümanlar , istikamet sahibi insanlar , insanlığa faydası olan insanlar çıkmış sende takip edersen illa ki nasiplenirsin , nasiplenenlerden olalım.Allah rahmet eylesin , razı olsun. Amin. 03.09.2021

Mehmet Emin Başalp