AMERİKA’DA BİR MORNİNG

HASAN TERZİ

AMERİKA’DA BİR MORNİNG

Tüketim ve haz merkezli bir yaşam tarzının dünyadaki en büyük temsilcisi ve öncüsü Amerika ve Amerikan kültürüdür diyebiliriz. Teknolojik gelişmelerin birçoğunun çıkış yeri, kitleleri peşinden sürükleyen ünlülerin anavatanı, zenginliğin ve lüksün merkezi olan Amerika. Bu merkezi rolü sadece iş yaşamı ya da parayla ilgili faktörler çerçevesinde açıklamak yetersiz kalır. Bu rolün bir diğer ayağını da Amerika’nın toplumsal ve siyasi yapısının oluşturduğu göz ardı edilmemelidir. Bu yapı memleketini, arkadaşlarını, belki ailesini arkada bırakarak fırsatlar bulma amacıyla bu yeni kıtaya gelen insanların oluşturduğu bir yapıdır. Bu insanlar yaptıkları işte başarılı olmak için tek başınaydılar, akademik bir başarı elde etmek istediklerinde ellerinden tutacak kimseleri yoktu, bir ev yapmaya ya da satın almaya yeltendiklerinde onlara yol gösterecek kimseleri yoktu.Ve bu insanların her biri tek başınaydı bu yeni kıtada. Muhtemelen büyük zorluklar yaşadılar, büyük sıkıntılar çektiler hayatlarını kurma ya da hayatta kalma mücadelesinde. Fakat bu yalnızlık durumunu sadece sıkıntı ve zorluklarla açıklamak o dönemin şartlarına haksızlık olur kanaatindeyim. Çünkü yalnızlık beraberinde özgürlüğü de getirmez mi? Zorluklarla bir başına mücadele eden insan aynı zamanda, işine karışan, ona şu işi şöyle yap, bunu böyle yap diyen birilerinden de uzak değil midir?

Amerika’ya özgürlükler ülkesi denmesini bir de bu açıdan değerlendirmekte fayda var. Sosyal medyada görüyoruz, Amerika’da halk siyasileri dilediği gibi eleştiriyor, yüzlerine karşı ağır söylemlerde bulunuyor ama o siyasilerin korumaları da dahil olmak üzere kimse onlara müdahale etmiyor. “Fikrimi beyan etmek benim en temel hakkım, anayasal hakkım” diyor ve diğerleri de elleri çenesinde “adam haklı, bu onun en temel hakkı abi” diyor. Türkiye’den bakınca bize biraz garip geldiği aşikâr, ancak 250-300 yıldır tek başına hayatta kalan insanların oluşturduğu ve özgürlüğün hayatın merkezine yerleştirildiği bu toplum için hiç de garipsenecek bir durum yok aslında. Mesele özgürlük tam olarak!

Bir de özel mülk meselesi var filmlerde gördüğümüz. Burası benim özel mülküm diyor Amerikalı ve buraya girersen seni vururum diyor, vuruyor.Vuran haklı oluyor, vurulan haksız. Türkiye’de bunu yapsa biri, vurulan evin içine dahi girse haklı olacak belki, vuran ise haksız. Buradan bakınca bu da garip geliyor bu toprakların insanına. Bu da özgürlük meselesi ama sınırı var özgürlüğün. Diyor ki “benim özgürlük alanımın başladığı yerde seninki biter, yakarım!”

Peki bu örneklerde onları bizden ayıran, onlarla bizi birbirimizden farklı kılan tek şey özgürlük mü? Hayır, yalnızlık! Tabir yerindeyse Amerika’da insanlar yalnız doğuyorlar, yalnız yaşıyorlar, yalnız ölüyorlar. Ailelerinden uzağa geldiler (yalnız doğdular), tek başlarına iş kurdular (yalnız yaşadılar), ailelerinden uzakta (yalnız) öldüler. Peki biz burada, Türkiye’de, memleketimizde, evimizde nasıl yaşıyoruz? Ailemizin yanında (hep beraber) doğuyoruz, ailemizin teşvikleriyle, yönlendirmesiyle, desteğiyle (hep beraber) iş kuruyoruz, ailemizin yanında, onları gözyaşları arasında, onların üzüldüklerini görerek (hep beraber) ölüyoruz!

Bu açıdan bakıldığında biz özgürlükçü ya da özgür bir toplum değiliz. Buna bireysel toplum anlayışı da denebilir. Biz bireysel olarak yaşamaya uygun kodlara sahip değiliz. İşe girerken bir tanıdık gerekir bize, sanayide de olsa, devlette de olsa “dayı” ararız bir yerlerden. Dayımız yoksa eniştemiz vardır, yoksa da ararız, buluruz. Sadece işe girerken değil, iş yaparken de dayıların ya da eniştelerin tanıdıklarıyla yaparız biz işlerimizi (bu tespit sadece içinde bulunduğumuz şu zaman dilimi için geçerli değil, 40 yıl önce de aynıydı, muhtemelen 400 yıl önce de). Arkadaşla, akrabayla, tanıdıkla iş yapmayı, işlerimizi onlara yaptırmayı, malı onlardan almayı severiz biz. Çünkü (sosyolojik tabirle) cemaatçi bir toplumuz biz. Sol da cemaattir kendi içinde, sağ da, tarikatler de cemaattir, ateist gruplar da. Biz cemaat halinde yaşamaya alışmış toplumuz. Bayramda birbirimizi ziyaret ederiz, akşamları ailecek birbirimize gider geliriz, anne-babamıza yakın yerlerde yaşarız, çok uzaklara gidemeyiz, gitsek de sık sık yanlarına geliriz. Amerikan toplumunu bizim toplumumuzdan farklı kılan bir başka örnek olarak da bu cemaat yapısıyla ilgili olan ve çocuğun amcasına ismiyle hitap etmesi, 18 yaşını doldurunca kimi ailelerin çocuğu evden postalaması gösterilebilir. Bizde çocuk amcasına ismiyle seslense babasının, amcasının ve bilumum akrabanın, eş-dostun, mahalleden abilerin topluca kendisine girişeceğini ve komada birkaç aydan sonra hitap şeklinin doğrusunu öğreneceğini bilir ve o toplara hiç girmez. Amca der geçer.

Kısaca Amerika-Türkiye karşılaştırması olarak nitelendirebileceğimiz bu durumun küçük ölçekli bir örneğini burada kendi topraklarımızda gözlemliyoruz aslında. Anadolu’nun bir köyünden, kasabasından ya da sıradan orta ölçekli bir şehrinden İstanbul’a, Ankara’ya, İzmir’e üniversiteye giden gençler de kendi çaplarında bir Amerika keşfi yaşıyorlar. Bir özgürlükler diyarına adım atıyorlar, aileden uzakta, tek başlarına bir yaşam kurmaya çalışıyorlar. Baba evinde kira ödeme derdi olmayan, yemek yapmakla uğraşmayan, fatura ödeme sorumluluğu olmayan gençler üniversite eğitimi için büyük (ya da başka) şehirlere gidince üzerlerine kocaman(!) sorumluluklar yükleniyor, hayatın acımasız(!) yüzüyle bir anda karşılaşıveriyorlar. Ama özgürlük pahalı şey!Aile yanında hayat bedavaydı belki fakat özgürlük yoktu. Şimdi ise hayat pahalı ama yanında özgürlük bedava! Ailenin yanında sigara içemeyen genç yeni geldiği şehirde cebinden sigara paketini eksik etmez oluveriyor bir anda. Sadece aile yanında mı içemiyordu o sigarayı? Koca şehirde bile rahatça içemezdi, babası görmese akraba görür, komşu görür, babasının arkadaşı görür, ortalık karışırdı.

Bizim buranın gençleri için yeni gidilen şehir küçük Amerika’dır artık. Memleketinde yapamadığı ne varsa burada yapabilme özgürlüğü vardır. Memlekete dönünce sıkılır, rahat edemez, bir an evvel kendi(!) şehrine dönmeyi arzular. Niye? Özgürlük orada çünkü! Bu özgürlük tıpkı Amerika’ya iş bulmaya giden insanların özgürlüğü gibidir. İşine, hayatına karışan yok, o iş öyle yapılmaz diyen yok, onu yapma diyen yok.Tek başına küçük bir krallık gibi.

Peki Amerika’dakini o yalnızlığında kötülerden, canavarlardan koruyan kim? Yalnız değil mi bu insanlar, birilerine ihtiyaçları yok mu korunmak için? Var tabii ki, onları koruyan kendi koymuş oldukları kurallar, kanunlar ve hepsinin üstünde kendi oluşturdukları anayasa. Bizim gençleri gittikleri şehirde koruyan kim var peki? Merak etmeyin, bizim gençlerin durumu da Amerika’dakilerle aynı demiştik ya, bizimkileri de yine kanunlar koruyor. Kanun bir şeye yasak diyorsa bizimkiler onu yapmıyor, yasak demiyorsa dibini sıyırıncaya kadar yapıyor. Gidebildiği kadar ileri gidiyor. Herhangi birinin kendisine müdahalesinde ise aslan kesiliyor bizim gencimiz, “bu benim yasal hakkım, sana ne?” deyiveriyor hemen. Sen de bakıyorsun, kanunen yasak bir durum yok, ses etmiyorsun, bir süre sonra da ses edemez hale geliyorsun.

Peki babasının yanında kanun yok muydu? Sigara kanunen yasak olan bir şey değilken neden sokakta serbestçe içemiyordu o sigarayı? Kanunen yasak olmayan başka şeyler yapmak istediğinde neden yapamıyordu? Sigarayı içse polis yakalayıp götürmeyecek, başka şeyler yapsa devlet güvenlik mahkemesinde yargılanmayacaktı. Neden yapmıyordu peki? Çünkü ailesinin yanında, memleketinde kuralları kanunlar değil “AYIP”lar belirliyordu. Sigara içmek kanunen yasak değildi ama  ayıp sayılıyordu da ondan içmiyordu, başka şeyler anayasada yasaklanmamış olmasına rağmen yapmıyordu çünkü ayıptı. Üniversite için gittiği şehirde onu ayıplayacak kimse olmadığı için sınırları kanunlar koyuyor, ailesinin yanında kanunlara başvurmayı gerektirecek büyük olaylar yaşanmadığı için sınırları ayıplar belirliyor. Ayıp dediğimiz şeyi nereden öğreniyoruz peki? Onu da kültürden öğreniyoruz, kültürümüzden. Kültür bizim olandır çünkü, biz oluştururuz, biz yaşarız, biz yaşatırız. Kültür bizi biz yapan en önemli yapı taşıdır. Kültürü kaybettiğimizde ayıp kavramını kaybederiz. Ayıp yok olduğunda işimiz kanunlara kalır ve kanunlar köşelidir. Ya keser ya da hiç dokunmaz. Halbuki kültür bizim olduğu için bize tam olarak uyar, bu yüzden boşluk yoktur kültürde.

Şimdi biri çıkıp ben kanunlara aykırı bir şey yapmıyorum deyip ayıp bir şey yapıyorsa bilin ki o kişi kültürün dışına çıkıyordur, kültürü bozuyordur, kendisi dejenere olmuştur, başkalarını da peşinden sürükleme hevesindedir, çünkü özgürlük güzel gelir insana, pahalı da olsa güzel gelir. Bu pahalılık kira ya da fatura ödemek gibi bir pahalılık değildir, kültürü tümden kaybetmenin pahalılığıdır…

 

Hasan TERZİ

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir