AİLEYİ KRİMİNALİZE ETMEK

Anayasamızın 41.maddesi Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler başlıklı üçüncü bölümünün ilk maddesidir.

“ MADDE 41- (Değişik: 3/10/2001-4709/17 md.) Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar.

(Ek fıkra: 12/9/2010-5982/4 md.) Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.

(Ek fıkra: 12/9/2010-5982/4 md.) Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.      “

 Bu maddenin “Sosyal ve Ekonomik Haklar “ kısmında olması da gariptir aslında Temel haklar ve Ödevler arasında olmalıdır ama şimdiye göre yine buna da şükür diyoruz çok başka yerlerde de olabilirdi. Madde metninden yer alan ananın ve çocukların korunması ifadesinin şiddete karşı korunma anlamı taşıdığını düşünmüyorum o zamanlar için bu kavramlar pek yoktu daha ziyade zaten eş yerine ana denmesi de bunu açıkça belli eder    burada kasdedilen muhtemelen ana çocuk sağlığıdır eskiden bu tip merkezler vardı belki hala vardır. Hala mevcut mu bilmiyorum ama Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü vardı Sağlık Bakanlığı’na bağlı.Nitekim devamında da aile planlamasının öğretilmesi ifadesi geçer.

Eski yılları hatırlayanlar için ülkemizin muhafazakar camiası içinde aile planlaması ifadesi geçmişin İstanbul Sözleşmesi idi.Bu planlama ile devlet zamanında gerçekten hayli meşgul olmuş ve medyayı da kullanmıştı.Din alimleri tarafından bunun fıtrata müdahale olduğu , kimi çalışmaların kısırlaştırma faaliyetleri olduğu yine isimleri malum bazı küresel ailelerin ve içerdeki uzantılarının bunları finanse ettiği bolca konuşulan konulardı. Netice-i velkelam bu aile planlaması işi unutuldu gitti zira Türkiye’de artık kalabalık aileler kalmamıştı , nüfus artış hızı düşmüştü bu mantığa göre artık herkes bakabileceği kadar çocuk yapıyordu ve artık devam ettirilmesinin de bir anlamı yoktu.

Son yıllarda ise kadınların çalışma hayatına bazı kolaylıklar getirilmesi ve bazı küçük ekonomik teşviklerle nüfus artışının devlet tarafından teşvik edildiği düşünülebilir yine cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından evlilere en az üç çocuk yapın tavsiyesinin de  bir tür teşvik olduğu düşünülebilir fakat bir alarm seviyesinde nüfus artışı hala tavsiye ve teşvik edilmemektedir.

2010 yılında iki fıkra eklenmiştir bunlar yeni dönemin kriminalize dilidir çocukların ana ve baba ile ilişkisini , metinde  boşanma olarak ifade edilmesi de kastı budur boşanma sonrası için geçerlidir.  Diğer fıkra da şiddet ve istismara karşı çocukların korunmasıdır. Tabii şöyle bir mantık çıkmasın 2010 yılından önce çocuklara şiddet ve istismar cezasız mı kalıyordu ? Tabii ki kalmıyordu ama anayasa da bile ifade edilme gereği niçin duyuldu ? İşte yazımızın başlığında yer aldığı üzere aile kriminalize edildi yani suçlulaştırıldı ve bu yeni yasa dili de kendine aile yanında yer buldu.

Kadın ve erkeğin kadimden bile demeyelim ki ilk örneğini biliyoruz Hz.Adem peygamber ve Hz.Havva validemizden beri birlikteliğinin evlilik müessesiyle sürdürdüğü bu son derece doğal birlikteliğin dinler ve hukuk sadece sonlanması halini düzenlemişlerdir oysa yeni akım bu aileden kaynaklı suçları ve sonuçlarını düşünüyor.

Aile içi şiddet , kadına karşı şiddet  ( eş veya nikahsız birlikteliklerde taraf olan kadın ) tabii bu durumda aile kurumu da tartışılır hale geliyor , kadın cinayeti , çocuğa karşı şiddet , eşe karşı zorla cinsel ilişki , ekonomik , psikolojik şiddet türleri , çocuğun istismarı ve ensest propagandası , çocuğun geniş aile fertleri tarafından istismarı vb gibi günden güne artan ve çeşitlenen suç türleri.

Üçüncü sayfa haberleri olarak geçen ülkede yer alan cinayet , yaralama vb gibi suçlar bir anda ülke gündeminin başlıca temel mevzusu haline gelmiş olup bu suç türleriyle beraber tartışılan konular devamlı surette aile olmuş her nedense bu suç türleri hep aile ile ilişkilendirilip aile kriminalize edilmiştir , suçlulaştırılmıştır.Bu duruma uygun yeni yasalar yeni sözleşmeler yürürlüğe girmiştir nitekim  en fazla tartışılanı ise İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen uluslararası sözleşmesidir.

Aile niye bu hale geldi ? Niye bu hale geldiği kısa süreli bir sebep sonuç ilişkisi olmayıp çok uzun süredir devam edegelen bir akımın sonucudur. Bu batılı ülkelerde başlayan kadın hakları akımının sorunlu düşüncelerle yoğrulmak suretiyle giderek her türlü geleneksellikten kopma ve reddetme temayülü ile genişlemesidir. Birleşmiş Milletler’in Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslarası Sözleşmesi ki Türkiye Cumhuriyeti tarafından da 1985 tarihinde kabul edilmiştir. O sözleşmede “Erkeklerle kadınlar arasında tam bir eşitliğin gerçekleşmesi için kadınlar İle erkeklerin toplumdaki geleneksel rollerinde bir değişiklik ihtiyacı bulunduğunu vakıf olarak, “ sihirli cümle budur , kadın ve erkeğin geleneksel rolleri değişecektir bu geleneksel roller değiştiğinde aile de artık geleneksel bir aile olamayacaktır ve nitekim artık yasal olarak ta ülkemizde ki aileden de geleneksel bir aile olduğundan bahsedemeyiz.İşte bu gelenekten kopmuş aile ise çevre şartlarından daha kötü etkilenmeler sebebiyle hızla kriminalize oldu.Çünkü geleneksel değişimler çok uzun yıllar almaktadır.Eğitim , kültür , din , ahlak gibi ülkelerden ülkelere değişiklik gösteren anlayışa karşı her ülkede söz konusu metinlerin sert bir şekilde uygulanmaya çalışılması ise çatışmacı bir zemin oluşturdu. Ekonomik ve sosyal zorluklarında getirdiği ek sorunlarla birlikte aile içinde şiddet aile birliğini sarsacak şekilde görünür ve görülür oldu.

Bu ne demektir ?  şiddetin artması değildir , Türkiye’nin 1930’lu yılarlına gidildiğinde şehir veya taşra olarak aile içinde kocanın , karısına şiddet uyguladığı istatistiğini bilmiyoruz fakat halkın nesilden nesile anlatısı ile genelde bazen ciddi bazen önemsiz mevzularda dahi kocanın karısını dövdüğü bir vakıadır hatta kayınpeder veya kayınvalidenin gelinini dahi dövdüğü bilinen bir gerçektir. Bu geçmişte biraz ilkel olmakla birlikte kendilerince bir terbiye etme metodudur.

Fakat daha eğitimli daha şehirli hale gelen toplumumuzda bu özellikler hızla azalırken ve bu değişim doğal seyrinde giderken nedir o zaman bu aile içi veya kadına karşı şiddet patlaması ? Bu işte terbiye metodunun önüne geçen kriminalize olmuş bir şiddetin görülür hale gelmesidir.

Bu şiddetin kaynağı ekonomik sorunlar ve ekonomik çekişme olmaktadır.

Bu şiddetin kaynağı aile içi uyumu çözemeyen tarafların bir birlerinden intikam alma ve saldırma güdüsünden kaynaklı şiddettir.

Bu şiddetin kaynağı alkol ve madde bağımlığı yahut ağır psikolojik sorunlar yaşayan tarafların şiddet temayülüdür.

Bu şiddetin kaynağı geçimsiz ailelere ilişkin evliliğin sorunsuz şekilde sonlandırılamaması ve yaşanan ağır sorunların öfkeye dönüşmesidir .

Çocukların ve nafakanın erkek eşe karşı koz olarak kullanılmasıdır.

Bu şiddetin artma sebebi ahlaki dejenerasyon kaynaklı eşler arası tutarsız davranışlarla ortaya çıkan gelenek çatışmaları ve öfke patlamalardır.

Bu şiddetin kaynağı geleneksel aile yapısının uluslarası sözleşme ve yasalarla meydana gelen modern aile  arasında yaşanan değişimin getirdiği çatışmalardır.

Bu şiddet netice de aileyi kriminalize etmiştir. Bunun üstüne birde kadın hakları algısının giderek toplumları dönüştüren küresel güçlerin bir ifsad hareketi projesine dönüşmesi ile medyadan , sanata , edebiyattan , spora , haberden , kanuna , siyasetten , ekonomiye  her yerde aile ve şiddet kavramını bir araya getiren ve bu algıyı oluşturan son derece bilinçli çalışmalar günden güne artmaktadır.

Netice de aile ile suçluluk bir araya gelmiştir. Aile doğallıktan çıkmış sorunlu bir yapı gibi ele alınır olmuştur hatta açıkça ifade edilmese dahi sanki devletlerin bile artık uğraşmaktan usandığı , başından atması gerektiği bir kangrenmiş gibi algılanmaktadır.

Bu sarmaldan nasıl çıkacağız ?

Bir şeyi yıkmak kolaydır ama yeniden ihya etmek zaman alır öncelikle bu bilinçte olacağız.

Kamu idaresi bu bilinci öncelikleyip başta tuzaklarla dolu süregelen yasal alt yapı ve uygulamaları makul olanlarıyla acilen düzeltmelidir.

Bu konuda yaygın eğitim çalışmaları yapıp küresel güçlerin algı faaliyetleri ile mücadele edilmesi gerekir.

Aile içi şiddeti artıran dış etkilerle ve suçlarla ciddi bir mücadele başlatılmalıdır.

Aile konusunda düzelme yaşanacaksa bu ancak kadınlarla olur kadınlarla çatışmacı dili bırakıp sorunu belirleyip ortak bir çalışma zemininde buluşmak elzemdir.

Kadının çalışma hayatı , çocuk eğitimi , işsizlik gibi aileleri ekonomik olarak sarsacak gelişmelere mahal verilmemeli ve kolaylaştırıcı olunmalıdır.

Aile Bakanlığı’nın sorunların takibinde ve çözümünde etkin olması gerekir.Aileyi kolluk kuvvetlerine ve mahkemelere havale etmemelidir.

Batılı dilin ve uygulamaların terk edilerek daha objektif ve istişareye dayalı yöntemler belirlenmelidir.

Bunlar gibi başkaca çok sayıda düzeltici tedbir alınabilir yeter ki bu konuda bir niyet değişikliği yaşansın. 31.08.2020

Mehmet Emin Başalp

Süleyman Seba

seba fotoğraf

Beşiktaşlı filan değilim , Süleyman Seba’yı zamanında absından tv’den vb bilen biriyim , çok tanıdığımı da iddia etmem  , 13 Ağustos tarihi Beşiktaş Jimnastik Kulübü eski başkanlarından Süleyman Seba’nın vefat yıldönümü imiş bende radyoda hayatının anlatıldığı bir programa denk geldim ve muhtemelen bir çok insanı eski günlere götüren hoş bir programdı , keyifle dinledim.

Süleyman Seba , iş adamı olmayan bir büyük kulüp başkanıdır ve beyefendi bir kişiliğe sahiptir son derece düzgün bir Türkçe kullanılır , nazik ve kibardır. Radyo programında bir çok ses kaydı da araya girdi gerçekten şimdilere bakınca futbolun veya spor kulübü yöneticiliğinin daha ehil ellerde olduğunu göstermesi bakımından beni  oldukça düşündürdü.

Maalesef son dönemlerinde ki bu dünyanın bir gerçeğidir , siyasette ve bir çok yerde vardır , yaşlanırsın , dünya değişir ve artık sana karşı yükselen seslere karşı zamanında bulunduğu görevden çekilemezsen efsane bir isim bile olsan çekilmen hiçte tahmin ettiğin gibi olmaz ve kırgınlıklar yaşarsın yani milli şef İsmet İnönü’nün Chp genel başkanlığını genç bir partiliye kaybedeceği akla gelir miydi  ? veya milli görüşün efsanevi lideri olarak ifade edilen Necmettin Erbakan’ın siyasi hayatında son senelerinde artık yalnız kaldığı ve sertçe eleştirildiği görülebilir miydi ? ama bütün bunlar yaşanmıştır , bunlar siyasetten sadece birkaç örnektir ve dünya da çokça örneği vardır.

Nitekim radyo programında Süleyman Seba’nın Beşiktaş stadında taraftarların dönemin futbolcularından Ahmet Dursun’un soyadından ilhamla ürettikleri “ Ahmet Dursun , Seba Gitsin “ diye protestolu tezahüratlarının kendisini hayli kırdığı ifade ediliyor.Nitekim başkanlığı bıraktığı kongrede ki duygusal konuşması da hayli ilginç o konuşma internette yazılı şekilde var orada kendisi de Türkiye’nin istihbarat kurumunun bir çalışanı herhalde oldukça derin bir tecrübesi olduğunu da düşünerek o kısmı alıntılıyorum. Bu sözler son derece manidar aslında dostluk çok değerli bir şeydir ulvi amaçlarla dostluk olursa Allah insanın yardımcısı olur fakat paradır , makamdır , mevkidir , şöhrettir , güçtür yani dünyevi dostlukların sonu ise her zaman bu şekilde bitebilir.Bu sözlerden bu tür bir ibrette çıkarabiliriz.

Kongre’deki veda sözlerinden bir pasaj ;

Üzülerek ifade etmek isterim ki, “16 yıllık bu bilanço ortada iken, bu başarıları birlikte yasadığımız ve birlikte yönetimde yaşanan güzelliklerin kararlarına imza atan ve yine Bjk sayesinde toplumda yer tutan, meslek edinen, ayrıca futbol oynadıkları dönemde emeklerinin karşılığı Bjk tarafından en iyi şekilde verilen bazı kısılırın basın kanalıyla kulüplerini, şahsımı ve sahsımda yönetim kurulu arkadaşlarımı suçlaması nankörlük değil de nedir?

İnsanlarla yasadım, insanı öğrendim,
İnsanlarla yasadım, insanlığı öğrendim,
İnsanlarla yasadım,
İnsanlardan nankörlüğü gördüm,
Dostlarım, dostlarım…
Ama ben dostlarımdan çok korkarım,
Diyen düşünürlere hak vermemek elde değil!

Değerli üyeler,

Onaltı yıl boyunca üzerime gelen okyanus dalgalarının bende yaratmış olduğu hüznü, genel kurulunuzun sessiz ve sakın sahilinde sizlerle paylaşmaya çalıştım. Bunca seneler boyunca bana göstermiş olduğunuz sabır, anlayış, hoşgörü ve desteğe tekrar tekrar teşekkür ediyorum. 1984 yılında, ilk defa huzurlarınıza çıktığımda, kongre konuşmamın basında söylemiş olduğum sözleri hatırlatmak istiyorum:

“Herkesi bir zaman için aldatabilirsiniz,
Bazı kişileri her zaman aldatabilirsiniz,
Ama herkesi her zaman aldatamazsınız! ”
Ben kimseyi hayatım boyunca aldatmadım!

1984 yılında huzurlarınıza hangi heyecan ve duygularla gelmişsem bu gün de huzurlarınızda aynı heyecan ve duygularla basım dik gönlüm rahat ve huzur içerisinde sizlere veda ediyorum!”

Süleyman Seba 2000 yılında başkanlığı bırakmıştır. O yıllarda üç büyükler olarak ifade edilen Galatasaray kulübü en başarılı çağlarını yaşıyor Uefa kupasını Türkiye’ye getiriyordu.Fenerbahçe’de ise bir başkanlık değişikliği yaşanmış ve Aziz Yıldırım seçilmiştir.

İlerleyen yıllarda ise bu üç kulüpten uzun süre başkanlık yapan kişi sadece Aziz Yıldırım olmuştur.Onun dönemi , icraatları , yaşananlar ise spor tarihimizde pek rastlanmayacak türden hadiselerdir. Galatasaray kulübünde bir çok yeni başkan seçilmiş istikrasız dönemler yaşanmıştır. Beşiktaş kulübünde de bir çok başkan değişmiştir.

Burada ilginç olan futbolun sadece yönetimler olarak istikrarsızlaşması değil giderek tatsızlaşmasıdır. 90’lı yıllarda bir kulübün şampiyonluğu , Türkiye kupası alması hatta spor yazarları derneği kupası alması , derbi müsabakaları büyük heyecan ve sevinç oluştururdu. Fakat giderek spor kulüplerinin devamlı mali sorunlarının gündemde tutulması , futbolun sadece spor değil yönetim , gazeteciler , siyaset ve futbolcular arasında ilişkiler üzerinden değerlendirildiği kalitesiz spor programları ile insanların futboldan ve izlemekten soğutulduğu , futbola çeşitli davaların , kumpas davalarının dahil edildiği ortam oluşmuştur. Aynı zamanda taraftar grupları bünyesinde gelişen bir şiddet akaınında arttığı , spor yöneticilerinin sert ve pervasız ifadeleri , kulüpler ve taraftarlar arası dostlukların bozulduğu bir dönem olmuştur.Endüstrileşen futbolda spor adamlarından ziyade , reklam , ticaret , bahis gibi alanların etkilediği bir futbol dünyası dünya ile birlikte bizde de gelişmiştir. Ülke futbolunun kalitesinin düşüp düşmediği belki tartışılabilir fakat heyecan ve zevk düşmüştür. Uefa kupasının alınmasından sonra ciddi bir uluslarası başarı gelmemiştir hatta kulüplerimiz zaman zaman bu müsabakalardan men edilmişlerdir. Tabii şöyle dönüp bakıldığında Seba gibi yöneticilerin futbolu bıraktıkları dönemden sonra bir daha bu tip yöneticiler gelmemiştir.

Bu yazıyı niye yazıyorum 80’li 90’lı yıllar ülkemizin belki siyasi istikrasızlığının yüksek olduğu , ekonomik sorunların yaşandığı dönemlerdir.Nasıl Osmanlı devleti çöküş döneminde şiir ve ha’t sanatında zirve eserler veren sanatçılar yetiştiyse bu dönemimizde de spor gelişiyordu , Naim Süleymanoğlu halterde ülkemize sevinçler yaşatıyor , kulüplerimiz Avrupa futbolu ile daha rekabetçi bir seviyeye geliyorlar , milli takım düzeyinde başarımız artıyordu.Sadece futbol değil bir çok başka sporlarda da başarılar kazanıyorduk. Televole kültürü diye eleştirilmesine rağmen başlardaki futbol magazin bile şimdiki pespaye programlar yanında oldukça kaliteliydi.

2000 yılında başkanlığı bırakan Süleyman Seba muhtemelen 90’lı yıllardan sonra doğanlar için tanınmıyor olabilir ama keşke spor yöneticiliği olarak bu kibar insanlar yeniden örnek alınsa ve örnek olsalar daha farklı bir futbol iklimi inşa etseler fakat bu biraz görgü işidir , insanların diploma sahibi olarak eğitimli olması veya varlıklı olmaları bu ufku sağlayamaz. Yeniden bu anlayışı ve meziyetleri nasıl ihya ederiz bilmiyorum belki bunlar nostaljik sözler olarak da kalabilir ama bu gibi hadisler devamlı suretle değerlendirilmek zorundadır.

Bu konularda belgesel olsun , yayıncılık olsun eserler üretmekte gerekiyor , çünkü geçmişimizin iyi örnekleri unutularak değil hatırlanarak ve model alınarak bugüne taşınmalı ve yaşatılmalı.14.08.2020

 

Mehmet Emin Başalp

AYASOFYA CAMİİ VE YAPACAKLARIMIZ

 

 

ayasofya sıbyan mektebi1934 yılından itibaren müzeye çevrilmiş bulunan Ayasofya Camii nihayet ibadete açıldı.Senelerdir dua edilen , dillendirilen , fikri mücadelesi yapılan bir durumdu.Çünkü Ayasofya bizim için önemliydi.İstanbul’un fethi ile şehirde onların en büyük mabedi camiye çevrilmiş ve simge olarak Müslümanlarca sahiplenilmişti.Fakat müzeye çevrilmesi ile batı medeniyetine adeta bir taviz verildiği açıktı.Uzun uzun bilindik konuları yazmak istemiyorum , çok konuşuldu bu konular.

Ayasofya Camii’nin açılması için yıllardır dua eden yaşayan , vefat eden tüm müminlerden Allah razı olsun.Bu uğurda cami kürsülerinden tut , konferanslarda , yazılarda , tv’ler de her türlü platform da mücadelesini verenlerden de Allah razı olsun.Hukuk mücadelesi verenlerden Allah razı olsun.Nihayetinde bu siyasi iradeyi gösteren cumhurbaşkanımız sayın Recep Tayyip Erdoğan’dan da Allah razı olsun.

Hazımsızlar , burun kıvıranlar , hasetçiler , içindeki imansızlığı tarih , sanat şu bu diye ifade etmeye çalışan zihni satılmış insanları , Ayasofya açıldı ama ülkeye ne faydası oldu gibisinden küçümseyenleri , niteliksiz siyaset yapanları vesaire hiç dikkate almayın.Bu hadiseye olabildiğince sevinelim. Bu coşkuyu yaşayalım. Allah’a hamd edelim.

Müslümanlar ümitvar olsun.Yunus Emre’nin dediği gibi “ Bir dem gelir şadan olur bir dem gelir giryan olur “ evet bazen seviniriz bazen ağlarız , ağladık lakin işte gördük seviniyoruz , insanlık tarihi böyledir , insanlar için ise bu sevinç ve üzüntü günlerinde yine kulluktur.Mutlu günde şükür ve çalışma , sıkıntılı günde sabır ve mücadele , tüm bunlara cihat denir. Mutlu günlerde azgınlaşır , şükretmez ve çalışmazsak ardından ağır imtihanlar ve bela gelebilir , sıkıntılı günlerde sabretmez , isyankar olur , mücadele etmez , Allah’tan gayrısına sığınırsak bu belalar üstümüzden kalkmaz. İşte bugün yine olayları tefekkür edelim. Bu gelişmeler Allah’ın bize lütfudur , gerçekleşen dualardır. O zaman , Ey Müslümanlar gelin imanımızda , ibadetimizde ihlas ve samimiyeti artıralım , Allah’a daha çok kulluk edelim , dinimizi ciddiyetle yaşayalım , ibadetlere , cemaatle namaza daha fazla düşkünleşelim , daha çok infak edelim , zikredelim , şükredelim , elimizden bu nimetler gitmesin.

Ayasofya Camii’nin kapalı olması bizi birleştiren , mücadele şevkimizi diri tutan bir olguydu.Artık Ayasofya Camii bizim için tarihi bir camii derekesine düşmemeli.Ayasofya kelimesinin bizim inancımızdaki karşılığı Kur’an-ı Kerim’dir. Ayasofya Camii içerisinde Sultan 1.Mahmud tarafından kurulmuş dönemine göre büyük bir kütüphanedir.Burada dersler verilmektedir. Ayasofya vaizliği Osmanlı’da önemli bir makamdır.

O zaman camilerimize Ayasofya Camii’nin yeniden ibadete açılması hatırasına olmak üzere sanatsal yönüde yüksek kütüphaneler kuralım böyle bir proje başlatalım.Bu kütüphanelerde ders verilmesini teşvik edelim.

Ayasofya baş vaizliği ve diğer vaizler olmak üzere mutad vaazlar başlamalı ve bu vaazlar dijital ortamlarda da yayınlanmalı.Bu vaazların takibi canlı tutulmalı.

Tabii Ayasofya bahçesinde Osmanlı’ya has belli şablon bir planı olan sıbyan mektebi vardır.Cami ile eğitim bir aradadır , uygun camilerimize bu modelden esinlenmek suretiyle devasa yapılar değil cami ile uyumlu medeniyetimizi yansıtan bir veya iki sınıftan  müteşekkil , içinde ilkokul öğrencilerinin ihtiyacını giderecek teknik fiziki donanım bulunan başkaca bir ilkokulun başka mekandaki bir sınıfı olan ilkokul binaları inşa etmeye başlayalım.Ayasofya Camii , sıbyan mektebi şeklinden hiç olmazsa mesela her şehrin uygun bir camisinin yanına bu binaları inşa edelim.Mesela Konya için benim aklıma gelen yer yeni yapılacak olan Millet Bahçesi’ne yapılacak olan caminin yanıdır.

Ayasofya Üniversitesi adıyla bir vakıf veya devlet üniversitesi kurulabilir. Bu üniversite Ayasofya yakınlarında binalarda ders verebilir , fakülte olarak Ayasofya Camii’nde  görev alacak personel için başta bu ruh ile yetişmesi İslami İlimler Fakültesi , restorasyonlar için mimari ve restorasyon bölümleri gibi veya başkaca , kütüphanecilik , geleneksel sanatlar , tarih vb gibi gerekli bölümler ile az sayıda öğrenci alan prestijli bir üniversite kurulabilir.

Ayasofya Camii , müslümanların ibadetlerini yaptığı bir cami olma yanında İslam’ın camii fonksiyonunun gerektirdiği her şey için bir merkez olmalı ilim ve hikmet üreten bir yer haline gelmeli ve canlı kalmalıdır.Hatta bazı önemli konuların istişare edildiği bir yer haline de gelmelidir.

Allah cemaatini bol eylesin. Kıyamete kadar Müslümanların camisi olarak kalsın ve ibadet edilsin. Allah depremlerden , afetlerden korusun.Amin. 13.07.2020

Mehmet Emin Başalp

VİRÜS İLE İLGİLİ İHTİMALLER

Türkiye Covid-19 virüsünde alınan tedbirler kapsamında sayıların azalması ile Haziran ayı itibariyle normalleşme adımlarını arttı. Normalleşme adımlarının artması ile virüs bulaşan hasta sayısını düşmeye devam etmediği gibi bir miktar arttı. Hal böyle olunca da tedbirlere ne kadar uyum sağlayıp sağladığımız konusu yeniden konuşulur oldu dahası vaka sayılarının yüksek olduğu dönemlerde duymadığımız kadar çevremizde hastalığa yakalananları duyar olduk.

Bu hastalığa ilişkin ülkemizde gerekli tedbirler alındı ve iyi tedaviler uygulandı fakat hastalık neden azalma eğiliminde değil.Bu konuda çeşitli iddialar var , insanların tedbirlere uymayıp mesafe kurallarını ihmal ettiği ve yadırganacak toplu faaliyetlerde bulunduğu.

Özel sektörde kısmi bir az çalışma olsa da kamu kurumları baya baya sakinleşmişti. Toplu bulunulan mekanlar kapalıydı.Her yerin faaliyete geçmesi ve yaz ayı itibariyle insan sirkülasyonun hızla artmasına rağmen esasında vaka sayılarının aşırı artmadığından bahsedilebilir.

Gevşeme neden olmuştur bu konuda insanlar evde otururken algıdan kaynaklı devamlı el yıkayıp , kolonya sürülüyordu , markete korka korka gidiliyordu , uzun bir süre aslında insanların böyle yaşaması mümkün olmayıp esas hijyene şimdi ihtiyaç duyarken biraz tedbir yorgunu olduk.

Bence bilim kurulu ve yetkililer halkımıza önümüzdeki süreç ile ilgili sükunet içeren ama ihtimal dahilinde olan durumlardan bahsetmeliler ve kendimizi hazırlamalıyız.

Birincisi temmuz ayı sonuna denk gelen Kurban Bayramı , Kurban Bayramı’nı, Ramazan bayramı gibi evde geçirme imkanımız yok , öncesinde kurban alışverişi için bir insan sirkülasyonu olacak , Kurban Bayramı’nın birinci ve ikinci günü yoğun şekilde kesim olacak , bu kesim kaynaklı etlerin kasaplarca işlenmesi , temizlik vb gibi hizmetlerin aksamaması gerekiyor bu nedenle ne şehir içi ne şehir dışı insan hareketliliğini engelleme imkanı yok. E o zaman insanlara ne tavsiye edeceğiz.  Gereksiz yoğunluğu azaltacak tedbirler almalıyız , mümkün mertebe ziyaretleşmenin de sınırlı sayıda kalması için tedbirler alınabilir , uyarılar yapılabilir.

Bu vaka sayılarından daha az vaka varken okullar tatilken bu sayılarla okulları nasıl açacağız.Çünkü okullarda mesafe şartını sağlamak güç , aynı sınıfta saatlerce vakit geçiren öğrenciler arası bulaşma olmaması imkansız , bu haliyle öğrenci ve öğretmenler eliyle bu hastalığın bir çok haneye taşınması mümkün . O zaman bu sayılarla eğitim nasıl devam edecek ?

Sağlık Bakanlığı , okulları kapatmayan ülkelerde ki durumumu esas alacak.

Okullar aralıklarla kapatılıp açılabilir mi ? Bu uygulamanın bir faydası olabilir mi ?

Okulların hiç açılmaması mümkün mü ?

Bir çok soru var , kanaatimce okulların uzun bir tatil devresine girmesi mümkün değil , hastalık bir şekilde yayılmaya devam ediyor . Bu konuda okullar ile ilgili tedbir artırmak çok zor esas alınması gereken öğrenciler ile riskli gruplar arasında teması azaltabilmek.

Bir diğer sorun herkes özel aracıyla okula gidemeyecek , toplu taşıma kullanımı ile okula giden öğrenciler için ne gibi tedbirler alınabilir.

Okullarda nasıl yemek yenecek vesaire.

Bazı tedbirler ve uygulamalar kaldırılarak daha uygulanabilir tedbirlere geçmemiz lazım.

Birincisi günlük vak’a sayısı açıklama uygulaması son bulmalıdır. Bunun yerine önlem ve bilinç artırıcı açıklamalara yer verilmeli.

Girişlerde ateş ölçme uygulaması kaldırılmalıdır çünkü herhangi bir kalibrasyonu olmayan bu cihazlar son derece gerçek dışı rakamlar verip kişilerin vücut sıcaklığını 33 derece filan ölçmektedirler çoğu zaman ve bir dostlar alışverişte görsün uygulamasına dönmüştür.

Bir diğer gereksiz uygulama camilere bireysel seccade ile gidilmesidir. Bu önleme de gerek yoktur , maske yeterli güvenliği sağlayabilecektir aksi halde buna benzer bir önlem başka bir yerde alınmamaktadır.

Kuaförler , restoranlar , kafeler daha fazla denetlenmelidir. Çünkü bu gibi yerlerde bilinçsiz bir mesafe kullanımı ihlali olabilmektedir.

Cenaze ve düğün gibi toplu organizasyonlar için kontrol görevlileri mutlaka olmalıdır çünkü bu tip kalabalıklarda mesafe kurallarını ihlal yaşanabilmektedir.

Ulaşım araçları yeniden planlanmalıdır , okul saatleri , mesai saatleri ayarlanabilmelidir , esnek olunmasında fayda vardır , bazı kurumlar saat 08:00 ‘de bazı kurumlar 09:00 ‘da bazı kurumlar saat 10:00 ‘da açılmasında herhangi bir sorun yoktur.

Kış aylarının gelmesi ile soğuğun vücut direncini düşürmesi ile grip ve soğuk algınlığı vakalarıda artacaktır , hastanelerde gereksiz bir yoğunluluk olmaması adına , ateşli hastalıklar konusunda bazı kamu binaları da ayrılmak suretiyle ciddiyet durumuna göre ön tarama ve tavsiye konusunda tıbbi başvuru buralara yapılmalıdır.Ciddi vakalar veya ağır belirtiler gösteren kişiler hastanelere sevk edilmelidir.

Defalarca ifade ettim Umumi Hıfzıssıha Kanunu değişmelidir , bir çok tedbirin hukuki alt yapısı bulunmamaktadır. Bu konuda yetki , görev , tedbir ve ceza hususunda gerekli çalışmalar yapılmalıdır.

Tabii birde tıbbi tartışmalar ve gelişmeler oluyor , virüsün etkisi , aşı ve ilaç çalışmaları vb tabii o konuda bir uzmanlığımız olmadığı için yorum yapmamız mümkün değil.

Süreç itibariyle komplo teorisyenlerini haklı çıkartacak herhangi bir gelişme yok , tavsiye edilen temizlik , tedbir , mesafe ve maske gibi önlemler bu önlemlere ciddiyetle uymak gerekiyor , tabii mantıksız önlemlerle insanları sıkmamakta gerekiyor.

Normalleşme sürecine geçmiş olmakla birlikte bence başka bir sürece daha geçip ilerisi için daha anlaşılır ve uygulanabilir açıklamalar , tedbirler gerekiyor.  06.07.2020

 

Mehmet Emin BAŞALP

BAROLAR VE TARTIŞMALAR

Barolarla ilgili tartışmalar son günlerde artmış olup baroların seçim sistemi ve çoklu baro olup olmayacağı yönünde tartışmalar bulunmaktadır.

Bu konu gündeme geldiğinde barolarda “ Baro Seçim Sistemleri Üzerine Bir Düşünce“ adlı yazı yazıp acaba İsviçre Sistemi  uygulanabilir mi ? diye bir soruya cevap aramıştım.

Nasıl bir teklif olacağı bilinmemekle beraber 5000’den fazla avukatın olduğu illerde 2000 avukat ile yeni bir baro kurulabileceği ve Türkiye Barolar Birliği delege seçimi konusunda bazı değişikler yazılıyor.

Esasında konunun bu kadar dar çerçevede değerlendirilmesi kanaatimce ne barolar yönünden ne de avukatlık mesleği yönünden herhangi bir sorunu çözer. Çünkü  1136 Sayılı Avukatlık Kanunu demode bir kanundur.Bu kanun temel alınmak suretiyle yapılacak sınırlı değişikliklerde muhtemelen daha fazla garabeti artıracaktır.

İşin tarihi yönüne gelirsek Avukatlıkla ilgili hem mesleki hem teşkilat kanun değişiklikleri hep gergin geçmiştir. İstanbul Barosu’nda ilk kuruluş aşamasında gayrimüslim etkinlik , bu etkiliğin azaltılması çalışmaları daha sonra saltanat ve hilafet taraftarı olduğu gerekçesiyle Baro başkanlığına seçilen Lütfi Fikri’nin yaşadıkları , İstanbul Barosu’nda mütareke döneminde milli mücadele aleyhinde olanların tasfiye edilmesi sonra geri dönmeleri gibi hadiselere bakılınca genellikle gürültülü geçen süreçlerdir.

Kadir Mısıroğlu tarafından yazılan “Üç Hilafetçi Şahsiyet “ kitabı gibi eserler bulunmasına rağmen Türkiye’de Siyasal İslam taraftarı hukukçular açısından Lütfi Fikri bilinmeyen bir şahsiyettir.

Türkiye Barolar Birliği’de 1969’da kurulmuş olup ilk başkanı Faruk Erem , uzun yıllar başkanlık yapan Önder Sav ve Özdemir Özok’da en fazla bilinen TBB başkanlarıdır. Bu dönemlerde yaşanan siyasi tartışmalar ise hafızası kuvvetli olanlar veya araştırma yapmak isteyenler için durmaktadır. Genellikle çağdaşlık , laiklik , ihl , başörtüsü vb gibi tartışmalar odağında gelişmeler yaşanıyordu.Nitekim 28 Şubat döneminde de hak savunmak yerine yasakçılık savunuluyordu ve Adalet Bakanlığı’nın başörtü ile ilgili genelgesini de tanımayacaklarını ilan etmişlerdi.

Baroların önceki dönemlerde de yoğun siyasi tartışmalar içerisinde oldukları bir gerçektir , laiklik tartışmaları son yıllarda daha az gündeme gelirken bu sefer de farklı cinsel yönelimlerin himayesi gibi toplumun reaksiyon vereceği sansasyonel tartışmalar ile barolar hep yan yana geldi.

En son gelişme ise Barolar Birliği başkanı ile baro başkanlarının çekiştiği başka bir görünüm arz etmektedir.

Avukatlık Kanunu’nda yapılmak istenen değişiklikler ise bu yeni gelişmelerin zemininde ilerlemektedir.

Bu tartışmalar yanında artan hukuk fakültesi kontenjanları ve eğitim kalitesinin düştüğü iddiaları ve sayıca artan avukat sayısının getirdiği ve getirebileceği sorunlar , avukatların ekonomik sorunları gibi başkaca sorunlarda konunun başka bir yönünü oluşturmaktadır. Ayrıca yaşanan mesleki teknik sorunlara da ilişkin zaman zaman yeni teklif ve değişiklikler önerilmektedir.

Bunlar kişisel görüşlerim olmakla beraber Avukatlık Kanunu’muz demode bir kanundur. Bu kanun temel alınmak suretiyle yapılan değişikliler avukatlık mesleğine ilişkin ufuk açıcı olmayacaktır.Tabii bu kanunlardan evvelde hukuk , ceza ve idari muhakeme kanunlarımızda da avukatlık ile ilgili artırılmış yetkiler yoktur.Avukatlar kanaatimce sadece Avukatlık Kanunu ile güçlü olamazlar. Bu konuda Hukuk Muhakemesi Kanunun’da avukat ne şekilde kanunda geçmektedir ne gibi hakları vardır bakıldığında son derece klişe ve basit şekilde atıflar yapıldığı ve davayı yürütmede önemli yetkilerinin olmadığı görülür aynı şekilde idari yargı ve ceza yargısında da aynı şekildedir.Avukatlık Kanunu’ndan önce bu kanunlar ıslah edilmelidir.

Bir diğer husus Adliye teşkilatlarında avukatlar temsil edilmemektedir. Adli veya idari yargı komisyonlarında avukatlar yoktur. Adalet Bakanlığı’nda avukatlar ile ilgili özel bir birim yoktur.

Avukatlıkla ilgili hukuk eğitimi , sınavı , staj gibi konularda kaliteyi artıracak önemli gelişmeler yaşanmamış veya uygulanmamıştır.

Avukatlık Kanunu’nda ise güncel eğitim , ekonomik ve teknolojik gelişmelerle uyumlu bir hukuki dil yoktur , tuhaf yasaklar , kısıtlı yetkiler bulunmaktadır.Baroların teşekkülleri ve yetkileri de uygulanabilirlikten uzaktır.Mesela Kanun’un 110.maddesinde yer alan TBB’nin görevleri neredeyse herhangi bir STK’nında yapabileceği düşünce , görüş belirtmek gibi görevlerdir.Hal böyle olunca gerek barolar gerek TBB’de siyasallaşma sorunu had safhasıyla görülmektedir.Görüş belirtmek gibi soyut yetkilerden ve icrai gücü olmayan kurumların etkisizliği ile herhangi bir mesleki gelişimin yaşanamayacağı açıktır.

Avukatlık Kanunu değişecekse avukatın konumu yeniden tanımlanmalıdır avukat hukuken güçlendirilmelidir , avukatlar ekonomik olarak güçlendirilmelidir , avukatlar idari olarak güçlendirilmelidir. Güçlü avukatlık bir hedeftir fakat güçlü bir baro kanaatimce asla bir hedef olamaz. Aksine barolar daha katılımcı bir yönetim sistemine , daha kolay seçim sistemlerine , daha dar yetkilere sahip olmalıdırlar.Bu konuda mesela ben değişiklik tekliflerinde elektronik oy gibi bir konuyu görmedim yani gelişen teknolojide hala az seçmenli yerlerde bile sandık usulüyle oy kullanmak anlamını yitirmektedir bu konularda kolaylaşma sağlanmalıdır.Baroların daha katılımcı olması için yönetimlerinde temsilin daha fazla artması ve temsilcilerin daha fazla yetkiye sahip olması daha iyi olacaktır nitekim “İsviçre Sistemi “ derken bunu kastetmiştim.

Çoklu baro konusuna gelince bu konunun gerçekten iyi düşünülmesi gerekmektedir çünkü şimdi sayıya bağlı bir çoklu baro sistemi yine dar bir alanda değişiklik olacaktır.

Çoklu baro ile kamu kurumu niteliği mevzusu da ayrı bir garabet olacaktır bu esasında pek de olmayacak bir durumdur. Barolar cemiyet , dernek , birlik gibi bir durumda olsa isteyen istediği baroyu kursun ama böyle bir durum nasıl temellendirilecek iyi düşünmek gerekiyor.Tabii bu konuda esas sorun yasalaşmadan sonra işleyemeyen bir sistem olsa acaba eskiye dönüş daha sancılı bir durum oluşturur mu ?

Bir sıkıntılı durum haberlerden öğrendiğim kadarıyla 2000 üye sayısının altına düşen baronun kapanacağı iyi de herhangi bir siyasi tartışmadan kaynaklı bir iç bölünme ile de baronun kapanması iyice meslektaş hoşnutsuzluğu artırdığı gibi kapanan baronun üyeleri nereye gidecektir gittiği yerde nasıl karşılanacaktır. Barolar arasında çekişmelerde yeni dönemin getirebileceği yeni çekişme konusu olacaktır.

Baroların belli bir siyasi ideolojinin ve görüşün sert açıklamalarla savunulduğu yerler haline gelmesi de zaten temel bir sorundur.Baroların  açıklamalarının oluşturduğu bu sorun ancak iç rekabeti artırmakla mı engellenir yoksa ayrışma ile mi engellenir ? İç rekabet şimdiye kadar bir şekilde uygulandığı halde bu sorun giderilmemiştir.Ayrışma ile hiç olmazsa iç gerginliğin azalabileceği gibi bir görüşte öne sürülebilir , teoride tutarlı gelmekle birlikte baroların konumundan kaynaklı  uygulanabilirliği hususu şüpheler barındırmaktadır.

Bir diğer alternatif isteyen avukatların Adalet Bakanlığı bünyesinde ülke çapında bir sicile kaydolmaları ve bu topluluğun seçim yerine atama yoluyla idareciler tarafından yönetilmesi. Tabii burada da avukatların bağımsızlığı ve disiplin hukuku gibi bir konu ortaya çıkmaktadır.Yani barolarda ideolojik farklılıktan kaynaklı avukatlar mesleklerini idare ettirmişten kamuda bu husus daha zayıf olur kanaatindeyim. Bu hususta düşünülmesi gereken bir alternatif olduğunu düşünüyorum.

Bir diğer alternatif barolar birliğinin tamamen kaldırılması olabilir.Barolar birliği yerine ülke çapında farklı barolardan avukatların ülke çapında özel bir dernek statüsünde avukatlar birliği şeklinde yapılanmaları olabilir.Üyeleri avukatlar olmak zorundadır , kurucu avukat sayısı 1000 olabilir mesela . Türkiye  … Avukatlar  Birliği gibi. Burası sivil toplum kuruluşu şeklinde faaliyet gösterir.Burada TBB başkanının yargının kurucu unsuru avukatları temsil ettiği  ifade edilmektedir.Ülke çapında avukatları temsil eden en üst organ veya temsilci kim olacaktır hususu öne sürülebilir kanaatimce bu hususta en iyi usul tüm avukatların katılacağı bir seçimle seçilen başkan ve yönetim olacaktır artık kazanan kimse ona herhalde herkes razı olacaktır. Çünkü seçim varsa seçilmek veya seçilememek olağandır.

Bu tartışmalar devam edecektir ama gönülüm ister ki son derece kapsamlı değişiklikler olsun.25.06.2020

 

Mehmet Emin BAŞALP

 

 

YENİ NORMAL

Koronovirüs salgını ile mart ayından itibaren ülkemizde de tedbirler artırılmış bir çok yasakla karşılaşmıştık , salgının hızının Allah’ın izni ve tedbirlerin yardımıyla yavaşlaması ile normalleşmeye başladık bu normal duruma ise yeni normal ismi veriliyor.

Dönüp ardımıza baktığımızda bu süreç bize bir çok değişik hal ve hareketler yaşattı  , şöyle kısaca bir yeniden hatırlayalım.

Öncelikle ilk zamanlar panik hali hayli yüksekti ,televizyonlar , sosyal medya , whatsaap gruplarında belki tüm muhabbet bu konu üzerineydi fakat giderek panik azaldığı gibi virüs üzerinden muhabbetler azaldı.

Ülkemiz çok şükür bu salgından ağır sağlık problemleri ile karşılaşmadan atlattı bu konuda hem sağlık personelimiz hem hastanelerimizin alt yapısı faydalı olmuştur bu konu objektif olarak herkesin takdirini kazanmıştır.

Tabi aslında en başta söylemiştim Umumi Hıfzıssıha Kanunu yetersizdir diye bu çok açık ortaya çıktı bu kanun değiştirilmelidir. Bir çok tedbir bu kapsamda alındı tabii ki sağlık endişesi hukukilik tartışmalarını öteledi fakat ekonomik olsun , seyahat olsun , güvenlik olsun , toplanma olsun , ibadet olsun bir çok kısıtlamanın hukuki alt yapısı problemli olduğu gibi derecesi ve ölçülülük gibi tartışmalar barındırmaktadır. Bazı tedbirler ile bazı serbestliklerin bir birine tezat olması gibi sonuçlar görülebilmektedir. Bu gibi sorunları bir daha yaşamamak adına daha derli , toplu , detaylı düzenlemeler gerekmektedir.

Açık havanın önemi arttığından işletmeler yönünden de  işletmelerin , evlerin , ibadethanelerin , sosyal ve kültürel alanların açık alanlarının olmasının önemi anlaşılmıştır bu nedenle planlamalarda bu hususlar ihmal edilmemelidir nitekim bu sadece salgın hastalıklar değil sağlığımız için gereklidir.

Bazı kısıtlamalar ve yasaklamalarda ise raporlamalar  yapılmalıdır , hafta sonları ve bayramlarda uygulanan sokağa çıkma kısıtlamaları daha esnek şekillerde de icra edilebilirdi diye düşünüyorum.

Bu konularda özel sektör yönünden faaliyetleri durdurulan işletmeler hariç herhangi bir çalışamama durumu fazla olmadı o nedenle o şekilde çalışanların sokağa çıkma kısıtlamalarına bakışı ile altmış beş yaş üstü , yirmi yaş altı , esnek çalışan , işletme faaliyeti durdurulan , çalışmayana kadın , erkek , genç vb yönünden bakıldığında bazı uygulamaların sabır gerektirdiğini bilmek gerekir.

Günlerce çıktığımız sadece site bahçesi iken bir yasak gününde çıktığımda polis tarafından uyarılmak tabii ki insanları geren uygulamalar oluyordu.

Ülkemiz eğlence mekanlarına , kalabalık toplanmalara , cafe ve restoranlar yönünden kısıtlamalar getirmek suretiyle çok isabetli adımlar attı fakat gözlem olarak bilhassa pazarlar istenilen boyutta hiç olmadı , yoğun yapılaşma olan şehirlerin tarihi merkezlerinde yoğunluk daha az sağlanabildi.

Sağlık çalışanlarının sosyal yaşama ilişkin yorumlamaları bazen uçuk kalabilmektedir bu konuda da daha hassas olmak gerekirdi.Yani örnek verilmesi gerekirse maskenin sokağa çıktıktan sonra bir daha kullanılmaması gibi öneriler gerçekçi değildi , kimsenin bu sayıda bir maskeye ulaşabilmesi mümkün değil , nitekim bir maskeyi bir çok defa kullandık.Bu konularda daha makul ve akılcı çözümler öne sürülmeliydi.

Bazı kamu hizmetleri daha kontrollü icra edilebilirdi , bu konuda adliyeler yönünden belirteyim , uyap temelli işlemler yapılabilir , davalar karara bağlanabilir hatta kontrollü şekilde davet usulü duruşma yapılıp karar verilebilirdi , yine icra işlemlerine ilişkin kısıtlamalar bu kadar yoğun olmayabilirdi.

Bilhassa tasarrufun önemi anlaşılmalıdır , kamudan tut , meslek odalarına , işletmelerden , bireysel olarak insanlar tasarruf etmek zorundadır. Tabii ki zor geçinen insanlar vardır fakat lüzumsuz harcama yapan da bir hayli çoktur.

Bu süreç evlerde kendini ayarlayabilenler açısından çok verimli bir dönem olmuştur , ibadet etmeye , okumaya , değişik aktivitelere zaman ayırmaya fırsat olmuştur.Bu aşamada şahsen okudum , çok şükür ibadetlerimizi yerine getirdik , yazılar yazdım , videolar çektim.

Bu süreci tamamen donuk geçirenlere hayret ettim , insan ancak heyecan ile yaşar kendimizi , fikrimizi , bedenimizi diri tutmak zorundayız.Zihnimizi yenilediğimiz gibi sporu , ruhi halimiz için ibadetlerimizi terk edemeyiz hatta her yeni durumda ona uygun yeni pozisyonlar almak durumundayız.

Bu tedbir sürecinde ilk haftasonu sokağa çıkma yasağında Cuma akşam oluşan market ve alışveriş çılgınlığı ve paniği belki şahit olduğum en panik havası idi.

Bu süreci manen buruk geçirmemize sebep olan gelişmeler aile ve akrabalarımızdan uzak kalmamız oldu.Camilerden uzak kalmamız oldu bilhassa ramazan ayının gelmesi ile çok farklı bir ramazan yaşadık.Tabii çok rahat oruç tuttuk ve daha az muhtemelen günaha girdik kendi adıma konuşayım fakat o manevi coşkunluğu , heyecanı pek yaşayamadık , hissedemedik.Çünkü ibadette zorlanma da bir nimettir , hikmettir.Artık böyle geldi geçti Allah bir daha göstermesin.

Tabii bu süreçte abuk subuk komplo teorileri de olmadı değil bu teoriler gerçekten az çok bir temele dayansa ciddiye alınabilir ama çoğu insanları aptal yerine koymaya çalışan basit kurgu ve algıya yönelik zırvalıklar.

İlki Diyanet İşleri Başkanı’nın hutbesine yönelik bazı barolar tarafından yapılan hadsiz , hukuksuz ve dine saldırı  niteliğinde basın açıklamaları idi.Bu konuda artık cinsel yönelim üzerinden özgürlük adı altında girişimler toplumu baskılamaya yönelen girişimlere dönüşmüş olup müsamaha edilecek durumda değildir.Bu konuda yasalarımızda serbestlik olmadığı gibi bu anlama gelebilecek düzenlemelerde varsa acilen kaldırılmalıdır.

Bu süreçte İzmir’de merkezi ezan sisteminden müzik dinletilmesi girişimi araştırma neticesi ile provakatif bir eylem mi olduğu ortaya çıkar ama temelde kutsala saldırıdır. Yine ezandan , duadan rahatsız olan insanlar dine , dindara ve onların kutsallarına saygısızlıkla suç işlemektedirler.Bu ülkede dine karşı nefret ve saldırı girişimleri artık daha net suç tanımlamalarına girmelidir.

Adana’da marjinal  ve problemli bir grubun cemaatle namaz kılmaları da maalesef sosyal medya da namaz provokasyonu gibi isimlendirilmesi yanlış olmuştur.Bir takım seküler buluşmalarda sosyal mesafeyi ihlal etme gibi nitelendirmeler yapılırken amaçları provokasyon bile olsa namaz kılan insanlar için namaz provokasyonu dememek gerekirdi.

İdeolojik körlükle son derece iyi yürütülen hükümet çalışmalarını anlamsız çarpıtan tabip odaları ve bazı gazeteciler gibi kendi düşünce yapısından insanlar tarafından bile dikkate alınmayan iddialar olmuştur. Bu hususta umarım kendileri ders çıkarmışlardır.

Halkın hizmet eden ile sadece konuşa arasındaki farkı görmesi gerekir , çok kısa sürede yeni hastaneler açılan bir ülkede bu hizmetler takdir edilmelidir.

Evet yeni normale başladık , insanlar sokakta geziyor , pikniğe gidiyor gibi eleştirileri bırakıp tedbirli davranmaya çalışmalıyız , bu öneriler yapıldı , mesafeyi koruyacağız , maske takacağız , hijyene dikkat edeceğiz , sınırlı insanla görüşeceğiz , kalabalık ortamlardan uzak duracağız inşallah bu salgından zarar görmeden bu süreçleri atlatmaya çalışacağız.

Allah herkesin yardımcısı olsun , işlerimizi kolay eylesin , kazançlarımıza bereket versin. 02.06.2020

 

Mehmet Emin Başalp

 

 

Baro Seçim Sistemleri Üzerine Bir Düşünce

Aşağıda yazdıklarımın ideal bir sistem olup olmadığı konusunda zihnimde yerleşmiş düşünceler yok.Öne sürdüğüm sistemi de savunmuyorum.Böyle bir sistem olsa ne olabilirdi acaba diye sadece düşündüm ve yazıya döktüm , acaba ne olurdu bir düşünelim.

İsviçre Sistemi Uygulanabilir mi ?

Anayasa Hukuku derslerinde İsviçre’de meclis hükümeti sistemi uygulandığı söylenir. Türkiye’de de ilk meclisten cumhuriyetin ilanına kadar uygulanmış olduğu söylenir lakin teknik manada İsviçre’de ki sisteme benzememektedir.Detayları uzun olur Osmanlı Devleti ve padişahın görevde olduğu bir dönemde şartlara özgü bir parlamenter sistemdir esasında.

İsviçre’de nasıl bir sistem var.Hükümet nasıl oluşuyor.Federal hükümet 7 üyeden oluşuyor ve bu üyeler devlet başkanlığı ve hükümet yetkisini kullanıyor.Temsili görevler için 7 kişiden 1 kişi , 1 yıllığına konfederasyon başkanı olarak seçiliyor.Bu 7 kişi İsviçre Federal Meclisi tarafından seçiliyor. İsviçre burada bir gelenek olarak genelde aynı partiler aynı oranlarda yıllardır oy aldıkları için sihirli formül denilen bir dağılım oluyor partiler arasında.Bu üyeler ayrıca bakanlık görevlerini de yürütüyorlar ve kendi aralarında bir dağılım yapıyorlar.Kararlar oy birliği ile alınıyor.Bu sistem hiçbir partiye istediğini yaptırmıyor ama birbirlerinin istemediği şeyleri de yaptırmıyor. Bir ülke bu şekilde idare edilirken rutin faaliyetleri olan bir baro haydi haydi idare edilir.

Burada şu soru ortaya çıkabilir , değişken oy oranları olan bir ülkede bu sistem nasıl uygulanabilir bu üyeler nasıl seçilebilir diye ? Kamuoyunda da RTÜK seçim usulü diye bilinen bir usul vardır , parti gruplarına düşen kontenjandan mecliste genel bir oylama yapılır ve o adaylardan biri seçilir. Kontejanın iki katı aday gösterir gruplar böyle bir detay vardır.Bir ülke için bu düşünülebilir ama barolar için bu şekilde zor bir usule gerek yoktur , listeler yarışıp kendilerine düşen üye sayısında temsil edilebilirler.

Barolarda İsviçre Sistemi uygulanabilir mi ? Kanaatimce uygulanabilir bilhassa İsviçre sistemi yönetim kurulu için uygundur.

Örnekler Üzerinden gitmek gerekir.

1000 üyesi olan bir baro

Üç tane de liste yarıştığını düşünelim.Bu sistemde listeler ile yarışmak gerekiyor ve nispi temsil olmalı.

Kırmızı Liste  500 oy   5 üye

Beyaz liste  300 oy     3 üye

Mavi liste  200 oy       2 üye

Alıyor.

10 kişilik bir yönetim  kurulunda 5 , 3 ve 2 üye ile temsil demektir. Bunun liste ilk sıralamasından seçimi usulü ile kolay versiyonu , liste içinden adayları ayrıca tercih sistemi ile seçimi gibi daha zor bir versiyonu da olabilir.Bu hem artık oranlı sistemle hem de d’hont sistemiyle aynı sayıyı verir.

Bu sistemin farklılığı çeşitli sayılarda temsil değil , kararların oy birliği ile veya yüksek oranda çoğunlukla alınabileceğidir. İçlerinden biri de baro başkanı olarak seçilir.Nasıl bir oranla seçilebileceği değerlendirilebilir.

Baro yönetim kurulu kararlarını  oy birliği ile alırlar.Bir baroda oy birliği ile alınamayacak bir karar olamaz kanaatimce. Fakat bu esnekliği olmayan bir usul denirse 10’a 8 gibi bir oran da olur.

Burada bağımsız adaylık veya listelere girmeyen adaylar nasıl seçilir gibi bir durum var. Bağımsız adayda gerekli oyu alırsa seçilir.Burada aldıkları oran itibariyle sayıyı etkileyebilirler.

Başka bir örnekten gidelim.

1000 üyeli baro

A şahsı bağımsız 300 oy   seçildi.

Kırmızı liste 275 oy           4 üye

Beyaz liste 215 oy            3 üye

Mali liste 105 oy               1 üye

B şahsı 75 oy                    seçildi.

Yeşil liste 30 oy

Artık orana dayalı üye başına oy sistemi uygulansa bağımsız adaylar yönünden alınan oylar karışıklığa sebebiyet vereceğinden d’hont sistemi ideal görülüyor.Seçim kendi dengesini sağlar yani bağımsız  yönetim kuruluna aday olan tek bir kişi 900 oy , seçime giren diğer tek listede 100 oy alıp 1 +9 kişinin seçilebileceği teorik olarak mümkünse de olma ihtimali pek yoktur.

Disiplin Kurulu

Öncelikle temsil imkanının artması için disiplin kurulu üye sayısı artırılmalıdır.Bu sayı 11 olabilir.

Yine liste veya bağımsız adayların yönetim kuruluna seçildiği gibi seçilebilir.

Karar oy oranı 11’e 8 veya 7 olabilir.

Denetleme Kurulu

Üye sayısı artırılır 7 veya 9 üye olabilir ,  listelerden veya bağımsız adaylardan seçilir.

Bir ayrı alternatif olarak disiplin kurulu ve denetleme kuruluna baro yönetim kurullarınca belirlenen karar alma usullerince ek üye de görevlendirilebilir.

Barolar Birliği Delegesi

Barolar Birliği delege sayısı baroların avukat sayısı farklı olduğundan çeşitli sayılardan oluşmaktadır.

Öncelikle bu sayının nasıl belirleneceği bir tartışma konusudur.Sayı azaltılmalı mıdır , artırılmalı mıdır?

Baro yönetim kurullarının oy birliği ile karar aldığı bir sistemde barolar birliğinin delege sayısının  artması ve azalmasının  önemi  çok fazla değildir.Çünkü Barolar Birliği de oy birliği ile karar alacaktır. Fakat yinede yarışan listeler açısından değerlendirileceği için avukat sayısı fazla olan barolardan sayıca daha fazla delege talep edeceği açıktır.

Benim kanaatim barolar birliği içinde bir liste oylaması yapılacağı için delege sayısının şuan 504 olduğu düşünülürse bu sayı büyük barolar yönünden dengeyi bozmayacak bir oranda artırılabilir. İllerin temsil hakları daha fazla sabit sayıda delege tarafından temsil edilebilir.

Bazı Örnek ve İhtimaller

Bu öneriden sonra tabii bu kuralla yapılan bir seçimde dengeler mutlaka değişir ama İstanbul Barosu seçiminin son sonuçlarına göre ne olabilirdi ? bir bakalım.

Durakoğlu listesi 8077   4 üye

Kılıç listesi 6856              3 üye

Ahi listesi 2488               1 üye

Canbolat listesi 2407     1 üye

Bağımsız ilkiz 2238         seçildi

Keskin listesi 1645

Yılmaz listesi 1203

Yaltı listesi 965

Karatün listesi 399

Bağımsız Koç 16 oy

 

Yukarıda da dediğim gibi bu sistemin özelliği baroyu oy birliği ile yönetmek.Fakat listeler yarışması daha çetin bir durum alacağından seçim dengeleri daha fazla seçim taktiklerine ve çekişmelere dönebilir bu gibi durumlarında avantaj ve dezavantajları düşünülebilir.14.05.2020

 

Mehmet Emin Başalp

 

CUMA VE BAYRAM NAMAZI

Cuma ve bayram namazlarının cemaatle tedbirli şekilde kılınmasına dair çağrılar var , videolar var , görseller var.Bu çağrılar çok kibar video çekersem rahmetli Timurtaş Uçar gibi çekerim filan demiştim ama şimdi kendim adına karikatürize olmaması adına yazılı şekilde bu konuyu gündeme getireyim dedim. Üslübum da biraz dik olacak onun için.Sesimiz biraz gür çıksın.

Hiçbir şahsa ve kuruma seslenmiyorum sadece genel manada insanlara konuşuyorum bu yazıda.

Aids hastalığı çıktı siz fuhşun yasaklandığını , genelevlerin kapatıldığını gördünüz mü ? Bunların sözde cinsel özgürlüğüne neredeyse en ufak eleştiriyi bile zamanında nasıl bir hadsizlikle cevaplandırdıklarını biz bilmiyor muyuz ? Çünkü bu kitleye ahlaki bir tedbir öne sürsen dünyayı ayağa kaldırırlar.Bugünde oteller açık , bir takım otellerde ise sadece fuhuş yapıldığını cümle alem biliyor hal böyleyken Korona Virüs tedbirlerinde bu fuhuş sektörü yine durmuyor. Bunu vatandaşımız gözüyle görmüyor mu ?

Virüs nedeniyle tedbirli şekilde , fabrikalarda üretim devam ediyor işçiler çalışıyor , çarşı da , pazarda alışveriş devam ediyor.Otobüs , metro , dolmuş çalışıyor. Buralarda tedbirli şekilde durulduğunda virüs bulaşmıyor herhalde.Bunu da az  kıyas kabiliyeti olan bir vatandaş görüyordur herhalde.

Okullar gibi haftada her gün saatlerce ders olan yerler açılsın demem , cemaatle beş vakit namaz kılınsın demem , haftada bir kere kısa bir şekilde Cuma namazı ve bayramda da bayram namazı mümkünse dışarıda her türlü tedbir alınarak kılınabilir diyorum sadece. Müslümanları , dindarları  genelde algısı düşük , bağnaz , yobaz , neredeyse insani özellikleri olmayan insanlar olarak tanımlayan bir karikatür , sinema , dizi ve basın sektörü vardır , şimdi de  bu sefer dindar insanlarda aman Cuma namazı olursa şu olur bu olur yahu biz onların tarif ettiği gibi ilkel insanlar mıyız ? Camiye Cuma için gideceğiz evvela bir kucaklaşacağız , sonra yarım saat vaaz dinleyeceğiz , aman safları sıklaştıralım diyip sıklaştıracağız hatta sırta secde edeceğiz , yarım saat hutbe dinleyeceğiz , çıkışta musafahalaşacağız. Evet çünkü biz beysinsiz , ilkel hatta şempanzeden geri bir tür primatız.

Tedbirle Cuma namazı kılmayı bilemez miyiz ? Bu organizasyonu yapamaz mıyız ? Pekala yapılır.Müslümanlar bu kadar şuursuz mu ? 83 milyonluk ülkede herkes kurallara uyuyor , küçücük istisnaları genele şamil etmek nedir.Bazen bağırırız Müslümanlar sapık mı da bize böyle itham yapıyorsunuz , genelliyorsunuz diye  yok demek ki genellemek adet , birkaç şuursuz kurala uymayacak diyei milyonlar ibadetini yerine getiremiyor.

Bugünde mübarek Cuma bir on beş gün sonra da bayram var.Cuma namazı yerine hadi öğle namazı kılınıyor bayram da herhalde işrak namazı  kılacağız ? İşrakın ne olduğunu kaç kişiye anlatabileceğiz ? Yahu bayram demek bayram namazıdır , namazsız niyazsız başlanan bir bayramı şahsen benim hafsalam almıyor.

Gelin tedbirli şekilde Cuma namazını ve bayram namazını kılama çalışmalarına , planlamalarına başlayalım. Cumanız hayr olsun.08.05.2020

 

Mehmet Emin Başalp

KORONA GÜNLERİNDE İLKLER

Koronovirüs salgını sırasında ve uygulanan tedbirler kapsamında belki bir çok kişi hayatında yaşamadığı ilkleri yaşamış olabilir acaba neler yaşadık diye bende kendimce veya gözlemlerimle bir sıralama yapacağım.

Çok şükür ülkemizde virüs salgını ile ilgili süreç azalma eğilimine girmiş olup Allah’a sonsuz şükürler olsun. Alınan tedbirler nedeniyle hükümetimize de teşekkür ediyoruz.

Korona günlerinde yaşadığımız ilklerden biri sokağa çıkma yasağı oldu. Sokağa çıkma yasağı uygulanan son nüfus sayımı 2000 yılında olmuş.Genelde hatırlarım ama o güne dair hafızamda bir şey yok sadece diziler veya bazı komedi programlarının sokağa çıkma yasağı kapsamında parodiler yaptıklarını filan hatırlıyorum belki onları da daha sonra izlemiş olabilirim.Etki bırakmamış olması şu açıdan da olabilir önceden haftasonları bir dinlenme dönemi idi ve genelde pazar günü evde geçirilirdi belki tek ev dışı aktivite Konya için Muhacir pazarına gitmek olabilirdi.Bu nüfus sayımı da pazar günü olduğundan muhtemelen hiç etkilenmemişim.Son yıllarda ise haftasonları yoğun şekilde ev dışında geçirilmekteydi.Bu yasağın uygulanmasında da belki işe gidenler açısından bir farklılık oldu ama genelde bu dönemi evde geçirenler açısından çok değişik bir zaman dilimi olmamıştır.Fakat uzayan yasak dönemleri insanlarda psikolojik olarak bir sıkılma hali oluşturduğu açık çünkü saat 24:00’ten sonra insanda arabayla dolaşma hissi oluşmuyor değil.

Sokağa çıkma yasağının ilk uygulandığı günün gecesinde  ülkemizde yasak öncesi bir alışveriş çılgınlığını da görmek ilklerimizden biriydi.Sosyal medyadan görüntüler geldiğinde meraktan saat 23:00 civarı bende gözlemlemek için çıkmıştım gerçekten bakkal önleri , petrol istasyonları ve ekmek fırınları önünde acayip bir kalabalık vardı ve sakin giden trafik gece itibariyle yoğunlaşmıştı.İnsanlar neden böyle davrandı bir çok analiz yapıldı bakalım bu süreç bittiğinde daha ne analizler göreceğiz.

Sokağa çıkma yasağı sırasında şehri merak edenlerde olmuştur bu konuda belediyeler ve basın çeşitli çekimler yapmak suretiyle bu merakımızı giderdi.Daha sonra bazı yardım faaliyetleri kapsamında sokağa çıkma yasağı olduğu günlerde öğle saatlerinde şehri görme fırsatım oldu esasında gördüğüm yerler ana arter yollar olması hasebiyle az çok işleyen bir trafik vardı öyle inanılmaz bir sakin gelmedi ama belki gece saatlerinde veya sabahın daha erken saatlerinde görme imkanımız olsa idi herhalde ıssız sokaklar daha ürpertici olabilirdi.

Yaşadığımız ilklerden biri bazı işletmelerin faaliyetlerinin durdurulması oldu , bu konuda epeydir kafeterya ve eğlence merkezlerinde zaman geçirenlerin kısa bir süre boşluğa düştüklerini düşünüyorum.Fakat uzayan süreç ile bu mekanlar açılsa bile herhalde bir süre eski rağbetlerini görmeyecekler diye düşünüyorum çünkü sosyal medyada ilk zamanlar bu yönlü hasretlerini ifade edenler fazla iken bu konu biraz gündemden düştü.

Çalışması durdurulan işyerlerinden biri de kuaför ve berberler oldu.Bu yasak nedeniyle herkesin saç , sakal traşı bir birine karışırken insanlar ya sakallarını kesmek ya saçlarını kazıtmak gibi çözümler bulma yoluna gitti.Ülkemizde kaçak traş yapıldığı baskınını bile gördük.Saç ve sakal traşı makinelerine talep arttı herkes evde bir şeyler denemeye başladı.Bakalım kuaför ve berberler açıldıktan sonra ne denli rağbet görecekler gözlemlemek gerekiyor.

Her ne kadar ekmek veya gıda satımı yapan işyerlerinde bir ksıtlama olmasa da hareketliliği azaltma adına evlerde ekmek yapımı , tatlı yapımı , daha başka yiyeceklerin yapımı arttı.Gıda istatistiklerini bilemiyorum ama tüketimin arttığı ve azaldığı kalemler muhakkak vardır bunların ölçümü herhalde salgın sonrası çok daha iyi yapılacaktır belki şaşırtıcı sonuçlar göreceğiz.genel trand nedir bilmiyorum ama giyim , kuşam alışverişi azaldığı kanaatindeyim çünkü indirimler bile olsa insanda alma isteği oluşmuyor.Çünkü giyim , kuşam işi biraz gösteriş işidir.

Aslında düşünülürse zühd hayatı yaşayan insanlarda bir süre sonra oluşan isteksizlikte çok rahat anlaşılır bu hayatı sadece fiziksel rahatsızlıklarla değil zihni olarak hayatımıza adapte etsek belki israftan , gösterişten , boş işlerden uzak duracağız.

Korona günlerinde ilk defa toplu halde halkımızın maske ile dolaştığını gördük.El hijyenine karşı artan dikkat , tokalaşmama , uzak durma gibi davranışlar toplumda yaygınlaştı.İnşaallah bu konu devamında bir paranoyaya dönüşmez.

Görüntülü konuşma , video çekme , bazı programlar üzerinden canlı yayınlar gibi faaliyetlerde patlama yaşandı.Gerçi dijitalleşme yaşanacak şöyle olacak böyle olacak kehanetinde olanlarına baktığımda daha dijital yayın kalitesinin hayli geri olduğu , görüntü kalitesinin bozuk olduğu , bir çok teknik aksaklık yaşandığı da cabası. Gerçi bu dijitalleşme idiası şu yönden de daha gerçekçi gelmiyor , bütün faturalarımız tahmini düzenlenmekte daha ne kadar su , elektirk , doğalgaz sarfiyatı yaptığımız belirlenebilir değil herhalde bir dijitalleşme olacaksa bu konuda olmalı ve anında tespitler yapılabilmeli.

Hukuki sürelerin adli tatil harici durduğunu , duruşmaların kendiliğinden ertelendiğini , icra takibi yapılamadığını gördük.Kamu kurumları inanılmaz bir sakinliğe büründü.İş yönüyle sıkıntı yaşayan kesimler en sıkıntılı ve esas reel dünya.

Belki yaşadığımız ilklerin en tesirlileri ise ibadetler sahasında oldu.Cemaatle namaza ara verilmesi nedeniyle uzun zamandır insanlar camide cemaatle namaz kılamamaktadır.İlk defa belki ibadetine devam eden insanlar açısından askerlik ve hastalık gibi dönemleri saymazsak Cuma namazını kılamıyorlar.Camilerden her gün toplu dua edildiğini gördük.

Korona günlerinde kandil gecesi geçirdik ve ramazan ayını da korona günlerinde geçiriyoruz.Tabii teravihsiz bir ramazan ayı son derece garip zira nafile oruç tutulan zamanlar gibi geliyor.Çünkü ramazan ayı birazda hareketlilik ayı idi ve öyle güzeldi.Evde Kuran okuyalım ama mukabeleye gitmek de güzeldi.Kalabalık teravihler güzeldi.Kurumsal iftarlara son birkaç yıldır mesafeliydim olmaması bir kayıp değil ama aile , akraba , eş , dost ile iftarın olmaması hüzünlendirici.Bugünlerde tabi üzücü olan ilkler sadece bunlar değil ilim meclisleri , zikir meclisleri de ara verdi.Evlerimize misafir gelmedikçe misafir bereketinden de mahrum kalıyoruz.

Bugünlerde cenazelerde mahzun çünkü cenaze namazlarına ve taziyeye katılım düşük oluyor. Cenaze namazına da katıldık bu süreçte mesafeli bir saf düzeni ile kıldık eskiye göre iyi olan tek şey insanların mesafeyi koruması nedeniyle cenazenin defni sırasında lüzumsuz konuşmayı , gülüşmeyi bırakmış olması ve önüne bakıp tefekkür etmesi.

Bu günlerde hava kirliliğinin baya azaldığı ifade ediliyor ama bazı saatlerde yine yoğun bir trafik var , belki sokak kirliliği , çevre kirliliği azalmış olabilir.

Belki görmüş olduğumuz başkaca ilklerde var.Hepsini ayrıntılı yazmak kaydetmek mümkün değil bir hekimin yaşadığı ilkleri biz fazlaca bilmeyiz bir öğrencinin gözünden ilkler ne ,bir öğretmenin gözünden ilkler ne bu günleri kısaca yazma adına  kaydetmeye çalışıyorum.Bu günlerin pek tabii bir çok maddi ve manevi sıkıntısı ve üzüntüsü var ama içerisinde olan güzellikleri de , gelişmeleri de es geçemeyiz , takip ediyoruz.Allah beterinden saklasın eski ramazanlar muhabbeti yapılırken herhalde 2020 ramazan ayı veya 1441 hicri ramazan ayı herhalde kendisinden sıkça bahsedilen bir ramazan ayı olacak.30.04.2020

 

Mehmet Emin Başalp

Ramazan Tavsiyeleri

RAMAZAN AYI TAVSİYELERİ

Hayatımızın belki en ilginç ramazan ayını yaşayacağız.Allah başka dertlerle imtihan etmesin.Vakit namazını camide kılamamak , Cuma namazı kılamamak , teravih namazını camide kılamamak , hatimli teravih namazı kılamamak , camilerde mukabelelerin olmaması , toplu iftarın olmaması gibi bir çok durum var bunlar bizi hüzünlendiriyor.

Ramazan ayında ne yapacağız , tabii ki orucumuzu tutacağız.

Kuran-ı Kerim hatmine başlamak ve en az bir defa hatmetmek gerekir.Bu kadar okuyamıyorsa okuyabildiği kadar ama her gün bir kısım Kur’an okumalı.İmkanı olan meal veya tefsir okumalı.İmkanı daha fazla olan Hadis-i Şerif kitapları okuyabilir.İmkanı daha fazla olan başkaca faydalı kitaplardan salih insanların kitaplarını ve nasihatlerini içeren kitapları okuyabilir.Kur’an-ı Kerim bilmeyenler mealine ağırlık verebilir.

Zikir yapacağız , zikir geniş manalıdır , nafile namaz kılınabilir , kaza namazı kılınabilir , lafızla veya kalben Kelime-i tevhid ve Alllah’ın isimleri tekrar edilebilir.

Peygamber Efendimize salavatlar getirilebilir.

Günlük dua miktarı artırılır bilhassa oruçlu iken , orucu uykuya tutturmamak lazım.

Teravih namazları kılınmalı.Teravih namazı evde serbestçe kılınabilir , arada Kur’an okunabilir , hadis okunabilir , salavatlar getirilebilir daha geniş  bir namaz ve dua zaman dilimine dönüştürülebilir.

İtikaf sünneti bu yıl yapılabilir mi bilmiyorum ama son on gün bilhassa geceleri ibadetle geçirmeye gayret edilmeli ayrıca daha fazla  imkan var.Hanımlar zaten itikafa evde girerler bu sene sünneti herhalde ifa etmek onların vazifesi olacak gibi.

Yemek konusunda zaman zaman çok az yemek suretiyle biraz nefs terbiyesi yapılabilir hatta tavsiye ederim yapın. İftarda bir kase çorba veya simit , sahurda birkaç hurma , kuru üzüm , süt , yoğurt gibi.

Bazı huylardan vazgeçme zamanıdır bu zamanlar , kendimizde gördüğümüz kötü huylardan vazgeçeceğiz , hiç olmazsa gayret edeceğiz.Maalesef gıybet , kibir gibi huylarımız var vazgeçmek lazım veya uyarıya da açık olmak lazım.

Fitremizi vermeyi ihmal etmeyeceğiz.İhtiyaç sahiplerine yardımcı olacağız , oruçlu iftar ettirmeye gayret edeceğiz.

Yalnız kalarak tefekkür edilebilir , imkan dahilinde dışarıda da tedbirli şekilde yalnız kalınabilir.Günlerin getirdiği şartlar zaten başlı başına bir tefekkür zaten.

Bizi oyalayıcı alışkanlıkları azaltmak gerekir.

Hurafe dini bilgilere , sosyal medya mesajlarına vb itibar etmeyelim.Kaynaklı , belirli , sahih kitaplardan bilgi edinelim.

Şimdi bu nasihatleri yaptım ama kendime yaptım.

Bu günlerde çekilen sıkıntı hiçbir şey kendimizi kandırmayacağız.Peygamber Efendimiz Bedir harbine ramazan ayında çıktı , bir avuç müslüman , kıt imkanlar , bu savaşın manevi ağırlığı vesaire yanında bizim sıkıntılarımız tahammülsüzlük olur.Şikayet asla yapmayacağız.Daha az ibadet ettiğimize , camiden uzak kaldığımıza üzüleceğiz , dua edeceğiz.

Çocukluktan itibaren Allah’a şükürler olsun teravih namazlarına gitmeye gayret ederdim , daha sonrasında ise eş dostla oturmayı severdik.Namaz sonrası oturmak , sohbet etmek gerçekten keyiflidir.Bu sene aile ile demek ki daha fazla zaman geçireceğiz.

İbadete daha çok zamanımız olacak demek ki bu herkese daha fazla sorumluluk yüklüyor yapabildiğimizi yapacağız.

İki yıldır kurumsal iftarlara katılmama kararı almıştım ve çok fazla teravih sonrası oturmayınca sakin bir ramazan ayı geçiriştim ve gece de spor salonları açıyordu yüzmeye gidiyordum , son derece güzel bir ramazan ayı idi.Bu senede evde de egzersiz ortamını sağlamak gerekir diye düşünüyorum.Tabii bahçeli evlerde oturanlar daha rahat olacaklardır.

Ramazan ayı bir ibadet ayı bu ayda ne kadar ibadet yapabildin o kardır. O zaman bu zamanı boşa harcamayalım ve bereketinden istifade edelim.22.04.2020

Mehmet Emin Başalp